Baskın Oran

Korku spreyi

Korku, insan duyguları içinde en doğal olanı. Onun için, bu nazik geçiş döneminde “Şeriat Geliyor!” ve “Parçalanıyoruz!” biçimindeki korkular doğaldır. Doğal olmayan, şeriatın meriatın gelmediğini ve parçalanmanın marçalanmanın olmadığını bilecek kadar mürekkep yalamış kişilerin Türkiye üzerine sıktığı Korku Spreyi.

Zaten dünyaya kapalı olan Türkiye insanının daha da berbat biçimde kendi içine kapanmasına yol açan iki önemli iddia fışkırtıyorlar: 1) “Zarar görenler, yapılanları hak etmişlerdi. Korkanların ve korkutanların verdikleri zararlar normaldir”; 2) “Yanlış yaptığımızı söyleyenler yabancıların maşasıdır ve ülkeyi satmaktadır”.  Bunların ikisi de gayrimüslimler üzerinden yürütülüyor çünkü “Millet-i Hakime” ideolojisinin egemen olduğu bu ülkede azınlıkları yabancı’yla özdeşleştirmek büyük kolaylık sağlıyor.

Bugün, isim vermeden, bu spreycilerden iki örnek vereyim. Birinin yazısı diğerininse demeci Milliyet’te çıktı (9 ve 10 Eylül). Birinin alanı tarih, ötekinin diplomasi/siyaset. Yetiştikleri aynı önemli okula, görevlerine, unvanlarına bakarsanız gerçekten önünüzü ilikleyeceğiniz iki saygıdeğer kişi.

Tarihçi söyle yazdı: “Şurası bir gerçek, iyi asker olduğu anlaşılan Sakallı Nurettin Paşa’nın yerli Hıristiyanlara karşı sert tavırları tamamen kendisinden kaynaklanmıyor. Üç yıl üç ayın getirdiği sıkıntılar ve kin yerli halkı da barışsever tutumundan haklı olarak uzaklaştırmıştı” Oysa, iyi bir tarihçi olduğu için şunları bilmemesi imkansız:

“Sert tavırlar” dediği, hazretin mesela İzmir Rum metropolitini linç ettirmesi. “Evveliyatı” de karanlık: 1909’da rütbesi indirilip açığa alınıyor. Valilikten atılınca Ankara’ya geliyor, ama “özel koşullar” ileri sürdüğü için görev verilmiyor. Verildiğinde, Koçgiri’de meşhur Topal Osman’ı da kullanarak Kürtlere yaptığı mezalimle adını duyuruyor. Öyle ki, TBMM’de mebuslar yargılanması için karar çıkartıyorlar, M. Kemal Paşa araya girip görevden alıyor da zor yatışıyor Meclis. “Sonrası” da pek aydınlık sayılmaz. Bu sefer de gazeteci Ali Kemal’i linç ettiriyor. Yargılanmak üzere Ankara’ya gönderilirken. İzmit garında, sivil giydirdiği askerlerine.

Zaferden sonra “İzmir Fatihi, Karahisar ve Dumlupınar Muharebeleri Galibi Gazi Nureddin Paşa Hazretlerinin Tercüme-i Hali” diye kitap çıkarıyor. M. Kemal Paşa da onu Nutuk’ta (1927) nerelere sokup çıkarıyor, okuyan bilir. Kurtuluş Savaşı komutanları Ankara’da o sıralarda yeni yaptırılan Devlet Mezarlığı’na nakledildi de, şu kadarını söyleyeyim, bu zatın kemiklerini 12 Eylülcüler bile istemediler.

Ünlü tarihçi işte bu “iyi asker”i aklamanın yanı sıra bir de  “haklı olarak uzaklaştırmıştı” diyerek linç’i aklıyor. Tanıdık geldi mi­? Trabzon ve Malatya’daki misyoner cinayetleri sırasında çok duymuştuk. Örneğin D. Bahçeli Malatya hakkında: “Misyonerler masum değil” demişti (Radikal, 22.04.07).

***

Diplomat/siyasetçi şöyle demeç vermiş: “Yabancıların baskısıyla, Lozan’da azınlıklarla ilgili kurulmuş dengeleri değiştirip Osmanlı düzenine geçmeyi hedefliyorlar. Lozan’la oynanırsa adli kapitülasyonlara geri dönülebilir”. Deneyimli olduğu için şunları bilmemesi imkansız:

Bir kere, adli kapitülasyon hak verirsen değil, vermezsen başına bela olur. 1920’de Müttefikler Osmanlı’ya berbat Sevr koşullarını tebliğ ediyorlar. Osmanlı diplomatları zehir zemberek bir yazılı cevap veriyorlar; tavsiye ederim bizim Türk Dış Politikası kitabının (İletişim Y.) birinci cildinden okuyun, şaşıracaksınız (s.118-124). Ekonomik kapitülasyonları yekten reddediyorlar. Ama adli kapitülasyonları reddetmek yerine, çok ilginç bir şey söylüyorlar: “Bir yargı reformu komisyonu kurulsun”. Çünkü Osmanlı devlet adamları, çağdaş olmayan bir hukuk düzeni devam ettiği sürece Avrupa müdahalesini önlemenin mümkün olmadığını anlamışlar. Bugünküler daha anlamadı.

İkincisi, duyan da sanır ki gayrimüslimlere Lozan’da verilmiş haklar “yabancıların baskısıyla” artırılmak isteniyor. Oysa, Lozan’daki hakları bile uygulamıyor Türkiye; merak eden benim Türkiye’deki Azınlıklar’dan (İletişim Y.) envai çeşidini okusun.

Sadece Rumların yaşadığı gündelik olayları hatırlatsam dudağınız uçuklar ve bu emekli diplomat ne söylüyor dersiniz. Sayıları 120.000’den bugün 1500’e inmiş bu insanlar suya haç atma ayini yapıyor, karadan-sudan “milliyetçi” saldırı geliyor. İlgisiz bir ceza davasının kararında Yargıtay 4. Ceza Dairesi ilan ediyor: “Patrikhane ekümenik değildir”. Laik bir devlet Ortodoks ilahiyatına karışır mı? İki buçuk ay önce Radikal İki’de yazdım (01.07.07), uzun uzun anlattım, sadece şu hususu not edeyim: Kararda “Türkiye kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak … diyor. Sanki bu insanlar vatandaş değil! Oysa, “Azınlık” kavramının beş unsurundan biri, meşhur Capotorti Raporu’ndan dünya-alem bilir, “vatandaş olmak”tır. Tevekkeli değil, E.Mahçupyan demişti, “Biz gayrivatandaşız” diye (Zaman, 06.12.04).

Maalesef (ve maatteessüf) gayrimüslim vatandaşlarımızın vatandaş değil “yabancı” olduğu artık bu ülkede “Yargıtay İçtihadı”dır. Çünkü: 1) Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 06.07.1971’de oybirliğiyle aldığı kararın gerekçesinde ilan etti (3339 Esas, 4399 Karar). 2)  Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 08.05.1974 tarihinde aynı şeyi söyledi (1971/22-820 Esas, 1974/505 Karar). 3) Yargıtay 1. Hukuk Dairesi de bunu 24.06.1975’te yaptı (3648-6594 s. karar.  Ayrıntı isteyen yine Türkiye’de Azınlıklar’a bakabilir (s.100-103).

Aslında, artık “Devlet İçtihadı” demek lazım. Çünkü Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ve Hazine’nin 1936 Beyannamesi sayesinde gayrimüslim mallarını sürekli gasp etmesinin ötesinde, Cumhurbaşkanı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu 06.02.2006 tarihli raporunda (www.cankaya.gov.tr) gayrimüslim vakıflarını “yabancı tüzel kişi” saydı. Cumhurbaşkanı Sezer’in “Lozan’da olmayan hakları elde ediyorlar” diye Vakıflar Yasası’nı veto etmesi ise, kremasıdır artık işin (Milliyet, 30.11.06).

Eh, bu durumda tabii ki önüne gelen Fener’i tacizi milli spor sayacak. Bulgar Ortodoks cemaatinden Bujidar Çipof “bize dinsel baskı yapıyor” diye ihbar edecek, savcı kamu davası açacak, Çipof müdahil olarak katılacak (aynen, Kerinçsiz gibi). Sonra alışacak, Patrik’in Hilton’daki bir toplantıda “Patrikhane 6. asırdan beri ekümeniktir” demesini “görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma” olarak ihbar edecek. Savcılık da Patrik’e yazı yollayacak: “Soruşturma nedeniyle ifadenize başvurulacaktır. 20 gün içinde savcılığımızda hazır bulununuz. Gelmediğiniz takdirde ZORLA GETİRİLMENİZ İÇİN KARAR alınacağı, ayrıca yapılan masrafların tarafınızca ödeneceği hususu bilginize rica olunur”. Bu büyük harfler çağrıda da büyük yazılmış. Oysa Fener Patriği, değil ekümeniklik, Allahlık veya Peygamberlik iddiasında bile bulunsa bu laik yasalarımızda suç değil. Siz ne diyorsunuz, 6. yüzyıldan kalma unvanında “İstanbul” değil de “Konstantinopolis” bulunduğu için Patrik’e “bilişim suçları davası” (Radikal, 03.11.03) bile açıldı bu ülkede.

Ama en güzeli, biri kalktı, Patrik’in gayrımeşru çocuk sahibi olduğunu iddia etti (Hürriyet, 21.04.04). Dünyadaki üç yüz milyon Rum Ortodoks’un manevi lideri Patrik’ten kan alındı, DNA testi yapıldı, negatif çıktı, bunun üzerine ihbarcı zat şöyle dedi: “Test İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde yapılmıştır. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu’nda yapılsın”. Buna benzer daha neler. Çocukluğumun İzmir deyimiyle, maydanozlu köfteler.

Ama önemli olan bu “sokak”takiler değil, mürekkep yalamış olanlar. Kendileri en iyi Batılı okullarda okumuşlar, gezmedikleri ülke kalmamış, Türkiyeli’nin dünyaya kapanması için sprey sıkıyorlar.

Not: Başbakan Erdoğan demeç verdi: “Aydınlarımız seslerini çıkarmalı”. Şimdi bu bir şaka mı, alay mı? Çünkü “Zina suçtur”, “Azınlık Raporu intel fitnedir, Hergele Meydanında ilan ettiler, ek yerimize jilet attılar”, “Ermeni konferansı arkamızdan bıçakladı”, “301’in sorumlusu O.Pamuk’tur”, “Aydınlar ikiyüzlü ve omurgasızdır”, “301’i uygulama halledecektir” gibi sözlerin sahibi Cemil Çiçek’in yeni kabinedeki görevi: “İnsan haklarıyla ilgili kurullar ve insan haklarıyla ilgili konularda koordinasyon”.

 

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı