Baskın Oran

Eski demokratlar haddini bilen kişilerdi

Önce haberi anımsatayım: Üç üniversitenin kurucu rektörü hiçbir gerekçe gösterilmeden azledildi. Zonguldak Karaelmas Ü. Rektörü Üstün Dikeç, Çanakkale 18 Mart Ü. Rektörü Mete Tunçoku ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü Hikmet Üçışık adlı profesörler görevden atılmış, yerlerine yenileri atanmış bulunuyor.

“Vay be, sen neymişin de biz bilememişik!”  Halk arasında büyük hayret ifade etmek için kullanılan bu deyimi, bu haberle birlikte, birden fazla kurum ve kişi, bileğinin gücüyle hak etmiş bulunuyor.

Bu hak sahiplerinden birincisi: İlgili illerin, pek muhterem DYP ilçe başkanları ve milletvekilleri. Melih’in (Aşık) penceresinde Fahrettin’in (Fidan) soruları üzerine bu muhteremlerden Süleyman Ayhan göğsünü  gere gere sirkatin söylüyor. DYP ilçe başkanlarının kılavuzluğuyla, Rektör’e ilçelerde “boş duran binalar” göstermişler. Rektör “Sadece bir fakülte ve biriki yüksek okulda” kalmış. Üstelik, açmayı reddettiklerinden biri de ilahiyat fakültesiymiş. Oysa, bir ilçedeki barakaya Hukuk, diğerindeki sundurmaya İlahiyat, bir ötekindeki  kulübeye de, ne bileyim, Fındık Kabuğu İşleme Fakültesi açabilirdi. Açmayınca, Ankara’ya bi çivi, attırmışlar görevden üçünü de.

Muhteremler, yaptıkları rezaletin hiç farkında olmadıkları için, açık açık şunu da söylemekte sakınca görmüyorlar: “Çanakkale’ye daha fazla hizmetin ve paranın gelmesi, üniversitenin bir an önce oluşmasına bağlıdır”. Yani, üniversite gelecek, alışveriş şenlenecek. Üniversiteden amaç bilim falan değil, hâşâ, esnafın köşe dönmesi. Bu arada da, tabii, üniversiteyi kendine benzetmesi. Ama, hoca yokmuş, olanlar bir makaleyle doçent, iki makaleyle profesör olmuş kişilermiş, maddi olanak yokmuş, hepsinden önemlisi, özgür düşünce ortamı mafişmiş, “Gecekondu Üniversitesi” gibi adlar takılıyormuş, kimin umurunda?

Pek aydın muhteremlerin üniversiteden anladıkları, samimi samimi, içinde kitap satılan büyükçe bir mahalle bakkalıdır. Bunlar ailecek, apartmana gelince pabuçlarını daire kapısının dışında çıkarıp bırakırlar da, geçerken bakakalırsın.

Şimdi, adama sormazlar mı, eski ocak-bucak başkanlarının günahı neydi, diye? (Genç okurların yabancı kalmaması için parantez içinde söyleyivereyim: 1950-60 döneminde, iktidardaki Demokrat Parti’nin köylerdeki ocak ve nahiyelerdeki bucak başkanları birer fırtınaydı. Ankara’ya bir telgraf çektiler mi, istemedikleri memuru derhal uçururlardı. 27 Mayıs’tan sonra partilerin ocak ve bucak örgütlerinin kapatılmasının nedenlerinden biri de buydu.)

Üstelik, bu ocak ve bucak başkanları kara cümlesi olmayan, cahil, ama haddini bilen kişilerdi. Attırsalar attırsalar, malmüdürünü, tapu müdürünü, çok nadiren de kaymakamı attırırlardı. Bir üniversite hocasını attırmak, rüyalarında görseler, onları ter içinde uyandıracak bişeydi. Üstelik, ayakkabılarını da tek katlı köy evlerinin kapısı önünde çıkardıklarından, başkalarının göz zevkinin ırzına geçip, midelerini kaldırmazlardı.

Şikayetçiyi  gördük. Yarın da, hak sahiplerinin ikincisini ele alalım.

 

Yarın: Bu üniversiteye meheldir

Önceki Yazı
Sonraki Yazı