Baskın Oran

Bu üniversiteye meheldir

Bir şikayetle üç rektör attıran “pek aydın ve muhterem” kasaba politikacılarını gördük. Elhak, hepimiz şapkamızı çıkarmalıyız.

Şimdi sıra, “Vay be, sen neymişin de biz bilememişik!” dedirten ikinci gruba. Yani, bu kasaba politikacılarının ricalarını emir sayıp da rektörleri görevden alan, böylece de en az onlar kadar muhterem olduklarını kanıtlayan yetkili veya yetkililer kim? YÖK yöneticileri mi?

Değil. Bu sefer değil. YÖK hiç olmazsa kağıt üzerinde üniversiteye dahil olduğundan, keşke YÖK olsaydı. Bu tür marifetler hep YÖK’ün başının altından çıktığından, Melih dostum da haklı olarak yanılmış, “YÖK’ün haysiyeti nerede?” diye soruyor. Oysa, bu “haysiyet” konusunun muhatabı kimler, biliyor musunuz?  Bu üç rektörü gerekçesiz olarak görevden alan kişi, Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan’ın önerisi üzerine, Sayın Cumhurbaşkanı.

Hangi cumhurbaşkanı, demeyin. Hani, kendisini 12 Eylül l980 günü kulağından tutup atmış Orgeneral Kenan Evren’e 14 Ocak 1983 Cuma günü Onursal Hukuk Doktorası ve Onursal Üniversite Profesörlüğü vermiş olan İstanbul Üniversitesinden, hem de aynı rektör Cem’i Demiroğlu’nun elinden geçenlerde Onursal  Doktora almakta bir beis görmemiş olan Süleyman Demirel. Tek imzayla. İki ay önce bu üç rektörü iki yıllığına bizzat kendisi atadığı halde. Acaba, vefakârlığıyla tanınan Sayın Demirel, vefa’nın tanımını,  kendisine sınırsız mali imkân tanımış olanlarla, örneğin Cavit Çağlar’la mı sınırlı tutuyor?

İdam edilen A. Menderes ile idamdan zor dönen C. Bayar, ocak-bucak başkanlarının ricası üzerine tapu müdürlerini  uçururlardı ama, onlar da hadlerini bilirlerdi. Üniversite rektörlerini görevden atmak yolunda girişimleri bile olmamıştı. Daha fazlasını söylemeyeceğim. Bu kadarı yeter de artar.

Yalnız, bu iş bu kadar da basit değil. Hani, bir Nasreddin Hoca fıkrası vardır, “Bu hırsızın hiç mi kabahatı yok?” diye. Buradaki olay bunun tam tersi. “Ev sahibinin hiç mi kabahatı yok?” diye sormak gerek.

Çocukluğumda gerçekten bütün kahrımı çekmiş olan rahmetli teyzem, ben dizlerim sıyrıklar içinde ağlayarak eve her dönüşümde “Ben sana o duvara çıkma dedim! Sana meheldir!” diye azarlardı, Sonunda söyleyeceğimi başında söyleyeyim, üniversiteye hükümetin  reva gördüğü adi muamele, üniversiteye meheldir.

Bir kere, Türkiye’nin büyük olasılıkla en fazla kalay yemiş kanunu olan YÖK yasasını yapanlar, başta Şöhretli Doğramacı olmak üzere (ün başka, şöhret başkadır. Aziz Nesin ünlüdür. Bülent Ersoy şöhretlidir),  üniversite profesörleridir. Hain dediğimiz Vahdettin’in imzasıyla üniversiteye 1919’da verilmiş olan özerkliği, yani en azından kendi yöneticilerini kendi atama yetkisini, Anadolu İihtilali sırasında geçen on üç yıllık bir dönem (1933-46) dışında hep kullanmış olan üniversiteyi özerklikten yoksun kılan, onu siyasal iktidarın kuklası yapan onlardır. Üniversite yöneticilerini üniversite hocasına seçtirmekten korkan, bu yetkiyi hükümetlere verenler onlardır. Tabii ki, elinden tutup “atama”yı yapan makam, kulağından tutup “atma”yı da yapacak! Eğer üniversite profesörleri üniversiteyi siyasal iktidara peşkeş çekmekten utanmamışlarsa, siyasal iktidar mı utanacak, “kanuni” yetkilerini kullanmaktan?  Eğer üniversite profesörleri, 1981’de üniversiteyi 1946 öncesine götürmüşlerse, Demirel mi bunun suçlusu?

İkincisi, diğerlerini tanımıyorum; Çanakkale Rektörü Prof.Dr. Mete Tunçoku Mülkiye’den benden bir yıl sonra mezundur. Fikirlerimizin pek uyuştuğunu söyleyemem ama, dürüst ve namuslu bir insandır. Gösterdi de. Şimdi Danıştay’a başvuracağını gazeteler yazıyor. Peki ama, bir nokta var. Madem ki seçilmeden üniversite yöneticisi olmayı kendine yedirdin, o zaman, seçmenine yağ yakmak isteyecek bir milletvekilciğinin zavallı müzevvirliği üzerine görevden alınma gibi bir zilletler zilletini de kendine yedireceksin. Bu işler böyle kardeşim.

İşin asıl tatsız tarafına yarın devam edeceğiz.

 

Yarın:  Üniversitenin Vurbe’leşmesi

Önceki Yazı
Sonraki Yazı