Baskın Oran

Dokuz üyenin beyin tomografisi

Geçen gün DurDe’cilerin “Darbelere Hayır!” açıkoturumunda bir genç kız sordu: “Güveneceğim şey kalmadı. Buradan nasıl çıkacağız?”      Bu umutsuzluk şaka değil. Çünkü Anayasa’yı korumak için kurulmuş Anayasa Mahkemesi Anayasa’yı ihlal etti. Kendisinin yetkilerini belirleyen ve “Yasaları… şekil ve esas bakımından, Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler… [Bu da] teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlıdır” diyen Madde 148’i.

Aslında tahmin etmemiz gerekirdi. Cumhurbaşkanı seçiminde gerekli “nitelikli çoğunluk”un (367) toplantıyı açmak için de şart olduğunu ilan etmiş bir mahkemenin şimdi de bunu yapması son derece doğaldı. Biz çok şey beklemişiz. Beklemişiz deyince; acaba bu dokuz üye doğru yaptı da biz yine saflığımızdan mı anlamıyoruz? Öğrenmek için, Ankara Üniversitesi’nin internet ağı üzerinden İbni Sina tomografi merkezinin bilgisayarlarına, orası üzerinden de karara oy veren dokuz üyenin beyinlerine girdim.

Girer girmez hayrete kapıldım: Dokuzunun da beynindeki metin aynı metindi. Bu sayede kaydetmesi kolay oldu. Size okuyorum: “Üniversiteye türbanla girilirse ardından ilkokuldakiler de takar, üniversite profesörleri ve yargıçlar da takar. LAİKLİK ELDEN GİDİYOR. TBMM’den sonra bu adamları durduracak hat kalmamıştır. Durdurma görevi bize düşüyor.”

Düşündüğümü hemen söyleyeyim: “İlkokuldakiler de takar…”ın vebali AKP’nin boynuna. Çünkü şunu net söylemesi lazımdı: ‘Biz sadece üniversite öğrencilerinden bahsediyoruz. Reşit olmaları şartıyla devlet hizmeti alanların giydiğine karışılmaz. Reşit olmayanlar ve devlet hizmeti verenler ise laik devletin kurallarıyla bağlıdır’. Söylemediği için de herkesi korkuttu. Zaten sınıfsal yapıları icabı genel oya güvenmeyen insanlara “Din elden gidiyor”u başka biçimde tekrarlama imkanı verdi. Derdi şimdi bize düşüyor.

Dokuz üyenin beyninde biraz daha ilerledim. İkinci bir bölüme rastladım. Anladığım kadarıyla “Görev bize düşer”in gerekçesini oluşturan bölümdü. Şimdi onu okuyorum: “İsterse oybirliğiyle çıkmış olsun. Demokrasi var diye cahil yığınların oyu memleket kaderine hakim olamaz. Anayasa iptale engel falan değil; 148’i yorum yoluyla aşarız. Esasa girmiyoruz; değişmesi yasak ilk üç maddeyi değiştirmek istedikleri için şekilden iptal ederiz. Hem, CUMHURİYETİ KORUYUP KOLLAMAK BENİM ANAYASAL GÖREVİM. ÜLKE SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA HUKUK MUKUK DİNLENMEZ. DEVLET OLMAZSA HUKUK DA OLMAZ, BİZ DE OLMAYIZ.” Dikkatimi çekti, bu büyük harfle yazdıklarım orada da büyükle yazılmıştı.

Bölüm daha uzundu ama ben endişeye kapıldım, cihazı kapatıp çekildim. Artık, İbni Sina’daki teknisyen şüphelenir diye mi korktum yoksa gördüklerimden mi ürktüm, şu anda tahlilini tam yapacak durumda değilim.

Yukarıdan devrim, karşı devrim

Ben bu “Yukarıdan Devrim” (Y.D.) işini Radikal İki’de Ağustos 2007’de de yazmıştım. Demiştim ki, iç dinamiği zayıf ülkelerde aydınlar devlete bir biçimde egemen olurlar (1923). Feodal (ve durağan) iç dinamikleri Batıcı yasalar çıkararak tetiklerler. Buna Y.D. denir (1920’ler). Eğer 2008 yılında “Kadınlara Oy Hakkı!” mitingleri yapmak istemiyorsan, bu başlangıç zorlaması kaçınılmazdır.

Devam etmiştim: Ama, bu zorlama ilelebet sürdürülemez. Toplumsal dinamikler harekete geçtikten sonra artık sabırlı ve tahammüllü olmak ve evrimi izlemek gerekir. Her istediğim hemen oluvermiyor diye her on yılda bir Y.D. yapmaya tevessül edersen, diyalektiğin şaşmaz kuralına kalır meydan: Zaten bol miktarda tepki yaratmakta olan Y.D. bu sefer kendi eliyle kendi zıddını yaratır. Bakın neler olur:

1) İç dinamik bir türlü olgunlaşmaz. Koskoca adama “Sokağa çıkmak yok!” denmez. Çıkması, düşüp kalkması, sonunda düşmemeyi öğrenmesi lazımdır. DTP ve AKP devamlı hata yapıyor, çünkü biz bu insanlara bugüne kadar katılım olanağı tanımadık. (Tabii, ‘Öğrensinler derken vatan elden gidiyor’ paranoyak ezberini dinlemeye hiç mi hiç vaktim olmadığını hemen belirteyim).

2) Emir-komuta zinciri yüzünden yeni koşullara adapte olamadığı için bizzat Y.D. yozlaşır ve düpedüz K.D.’ye (Karşı-Devrim) dönüşür (12 Eylül darbesi ve onun Türk-İslam Sentezi).

3) Halk her seferinde darbenin antitezine oy verir, çünkü verdiği oy eşşek yerine konmuştur: 27 Mayıs 1960’ın ardından 65’te Demirel. 12 Mart 1971’in ardından 74’de Ecevit. 12 Eylül 1980’in ardından 83’te Özal. 28 Şubat 1997 muhtırasının ardından 2002’de AKP. 27 Nisan 2007 e-muhtırasının ardından da, güüüm, yüzde 47’yle bugünkü iktidar.

4) Barışçı değişim yolu tıkanır. Sistem kilitlenir. Demokrat dünyayla ilişkiler sarpa sarar. En kötüsü, genç kızlar “Güveneceğim bir şey kalmadı. Buradan nasıl çıkacağız?” demeye başlar: çok tehlikelidir.

5) Sistemin kilitlenmesini önlemek için Anayasa’yı korumakla görevlendirilmiş olan Anayasa Mahkemesi’nin prestiji bu gidişle sıfırlanır. Oysa ona Türkiye’nin büyük ihtiyacı vardır. 367 skandalından aldığı yaradan sonra şimdi de yurttaşın itimadını yitirmektedir. Genç kızın çığlığı bunun işaretidir. Maalesef, itimat bekâret gibidir; 1 kerede kaybedilir, 1000 kerede kazanılmayabilir. 1930 zihniyetiyle ülke yönetmeye kalkmanın 1839 öncesi zihniyeti güçlendirdiği artık idrak edilmelidir.

Pijamayla üniversiteye girilir mi?

Gerek AKP gerekse CHP kanadının “hizmet alan takabilir, hizmet veren takamaz”kuralını artık anlaması ve uygulaması gerekiyor. AKP zihniyeti kafaları bulandıran bir kanun çıkartır, CHP zihniyeti de bunu “ne pahasına olursa olsun” (yani hukuk dışı yöntemlerle) engellemeyi vatan kurtarmak sayarsa, milletçe yanmışızdır.

Ben bunları yazarken telefon çalıyor. Efendiden bir zat: “Şimdi Kanal A’daki konuşmanızı dinledim. Çok hayal kırıklığına uğradım. Oysa ben size oy vermiştim. Nasıl savunursunuz türbanla üniversiteye girmeyi? Benim kızım pijamayla üniversiteye girebilir mi? Yarın ilkokullarda da başlar. Size oy verdiğime bin pişman oldum” diyor.

Anlatmayı deniyorum. Mesela, “Ya Türkiye bir İslam devleti olsaydı da kızınızı türbansız sokmasalardı?” diyorum. Cevabı hazır: “İşte ben de onu diyorum ya; bunların amacı kızımı yarın türbansız sokmamak” diyor. Bir daha deniyorum. Hukukta “niyet”e ceza verilmez, diyorum. Bunları yaşayıp aşmak zorundayız, diyorum.

Olmuyor. En sonunda, yapmamalıydım ama, yapıyorum. “Beyefendi, bana oy vermemeliydiniz. Çünkü ben dinciyim. İslamcıyım. Laik düzene temelden karşıyım ve onu yıkmak istiyorum. Sizi aldattım. Oy almam için aldatmam gerekiyordu. Kusura bakmayın lütfen” diyorum.

Eve döndüğünde Feyhan’a anlattım. “Yapmadın değil mi, öyle demedin değil mi, söyle bana demediğini” dedi.

Dedim, dedim.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı