Baskın Oran

Daha demokrat bir Türkiye engellenemez | İdris Gürsoy – Aksiyon Dergisi

Türkiye’nin bir an önce normalleşmesi için AK Parti’siz bir koalisyon kurulması gerektiğini söylüyor Prof. Dr. Baskın Oran. Aksi takdirde ülkenin çok fazla zarar göreceğini düşünüyor. Bazıları bırakın birbirlerini yesinler dediğinde, “Erdoğan,  demokrasiyle özdeş olan kuvvetler ayrımı ilkesini sıfırlamaya çalışıyor, bunun için de ‘paralelle mücadele’ adı altında yargıyı ve medyayı sindirmek istiyor.” yorumunu yapıyordu. Ona göre; “dünyanın her yerinde, her devirde, her baskıcı yönetimin temel yöntemi düşman yaratmak”tı. “Mürteciler”, “eşkıyalar”, “Ticaniler”, “komünistler”, “solcular”, “bölücüler”, “teröristler”den sonra nöbet “paralel”deydi.

MİT Yasası, sulh ceza hakimlikleri, ‘Türk tipi başkanlık’ talepleri, gazetecilerin tutuklanması onu haklı çıkardığında çok geçti. AKP’nin tek başına iktidar olma gücünü kaybettiği 7 Haziran seçimlerinden sonra yine uyarılarına devam etti. “Üç parti derhâl bir tahribat tespit ve onarım komitesi kurmalıdır… Yapamazlarsa, zaten bütün yaşadıklarımızı hak etmişiz demektir. Bu fırsat bir daha ele geçmeyebilir.” Peki, MHP ve HDP uzlaşabilir mi? Türkiye’nin normalleşmesi neye bağlı? Ankara’nın koalisyon hesaplarına gömüldüğü atmosfer içinde milliyetçiler ve azınlıklar konularında çalışmaları da bulunan Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Baskın Oran, yakın tarihten örnekler vererek, “Orta vadede daha demokrat bir Türkiye’nin olması önlenemez.” diyor.

Erken bir seçimde AKP’nin nasıl bir sonuç alacağını düşünüyorsunuz? Kaybettiği oylar geri döner mi? HDP oy kaybeder mi?

Yenilen horoz güreşe doymazmış. Erdoğan sanıyor ki 7 Haziran bir istisna. Ne istisnası yahu, kural, kural! Erken seçim yaptırırsa, seçmen kendi oyuna hakaret kabul eder. Tut ki 1-2 puan aldı Erdoğan. Ne fark edecek, kaçınılmaz sonun birkaç ay daha ertelenmesinden başka? Ertelenen her şey azarak gelir başa.

HDP ve MHP’nin eşit sayıdaki sandalye sayısı siyaseti ve toplumsal barışı nasıl etkiler?

MHP’nin aldığı artılar, kesinlikle AKP’den kaçan oylar. HDP’nin aldığı, bu partinin ve liderinin beğenilmesi ve ayrıca Erdoğan’ı yola getirmenin başka yolu olmadığının ifadesi. MHP’nin HDP’ye tahammülünün olmaması, MHP’nin 19. yüzyılda kaldığının göstergesidir. Ama bunun kendilerince anlaşılması benim söyleyivermemle olmaz. Yere kapaklanırlarsa anlarlar. Umarım bundan önce anlarlar; çünkü HDP bu ülkenin en büyük gerçeğidir: Kürt gerçeği.

Etnik temele dayanan iki partinin koalisyonda yer alması Kürt sorununun çözümü için bir fırsat olabilir mi?

Evet, olabilir. MHP de HDP de Türkiye gerçeğidir. İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Bir araya gelmeleri çok faydalıdır. Zaten, HDP’nin bir CHP-MHP koalisyonuna girmesine gerek yok; dışarıdan desteklese yeter. Yeter ki kimse AKP’yle koalisyon yapma hatasına düşmesin.

MHP’nin şartı olan ‘çözüm sürecine son verin’ çağrısına CHP ve HDP’nin olumlu yanıt vermesinin süreci bitirmeyeceğini söylüyorsunuz. Nasıl?

Çözüm süreci bitecek de MHP yerine ne koyacak? Ya bütün Kürtleri öldürmesi yahut hepsini Türkiye dışına atması lazım. Biraz mantık be yahu. Bir yerde titreyip mantığa dönmek lazım. Tabanı alıştıra alıştıra.

Seçim öncesi Diyarbakır ve Ağrı’daki olayların amacı nedir?

Amaç açık: Bölgesel iç savaş çıkarmak ve “Bakın, AKP gitti, Türkiye birbirine girdi.” diyebilmek. Ama Kürtler çok tecrübeli oldukları için yemediler. El ele tutuşup yere oturdular, koridor açtılar. Çalışmadı bu namussuzluk.

CHP, 1930’lu yıllardaki bagajından kurtulabilir mi?

Zor. Ama uğraşıyorlar. Cumhuriyet gazetesi de aynı durumda, uğraşıyor. Aslında çok asil bir uğraşma bu. Kolay iş değil 1930’lardan kurtulmak. Kurtulacaklar ama. Çünkü başka çareleri yok. Bak, daha önce Ecevit “ortanın solu”yla denedi, ilk seçimde perişan oldu, ondan sonraki seçimde ise iktidar. Bu işler böyledir.

Daha fazla demokrasi AKP’siz koalisyona mı bağlı? Her hâlükârda daha demokrat bir Türkiye olacak mı?

Koalisyon AKP’yi içerirse, Türkiye’nin normalleşmesi uzar. İlanihaye sürmez ama çok uzar. AKP asla ve kat’a iktidarda olmamalı. Olursa, pislikleri kapatmaya çalışır. Önümüzdeki günler çok tatsız şeylere gebe. Ama orta vadede daha demokrat bir Türkiye’nin olması önlenemez. Ön-le-ne-mez. Bu kadar ‘Erdoğan rejimi’nden sonra önlenemez.

Erdoğan’ın kuvvetler ayrımı ilkesini sıfırlamaya çalıştığını, bunun için de ‘paralelle mücadele’ adı altında yargıyı ve medyayı sindirmek istediğini söylediniz. Geldiğimiz nokta tespitinizi haklı çıkarıyor mu?

Gülen Cemaati kabul etsin; kimi aşırılıklar yaptı. Umarım kendi içinde bunları konuşuyorlardır ve düzelecektir. Onlara “Paralel Yapı” adını takmak, Erdoğan rejiminin boğulmaktan kurtulmak için temel yöntemi oldu. Maalesef fazla zayıf bir yöntem. Her baskıcı yönetim, baskıya devam edebilmek için bir düşman yaratır. Şimdi de “paralel” yaratıldı. Bu kadar basit. Ancak “paralel” lafı artık sıktı. Diğer yandan, nasıl iştir, böyle güçlü olduğunu iddia eden ve seçimlerde yüzde ellinin üstünde oy alan bir iktidarın “Beni aldatmışlar!” diye zavallılık sergilemesi? Ben olsam utanırım, insan içine çıkmam yahu.

AKP neden demokratikleşmeden saptı ve Ergenekon’la işbirliğine girdi?

Fevkalade basit: Kor-ku-yor. Ö-dü ko-pu-yor. Erdoğan’ın etrafında, bir avuç yağcıdan başka bir şey kalmadı ve zeki bir insan olan Erdoğan da bunun farkında. Ama “fıtrat”ı gereği sanıyor ki “zor oyunu bozar”. Zaten Gezi’yi de böyle azdırdı. Yahu, o metot sadece güreşte olur, siyasette değil. Diğer yandan, “asker’e sarılmak” ne derece mantıklı, bilemem; denize düşen benzetmesi yapmak istemiyorum. . Bak, şimdi askerden destek almak için gazeteci Mehmet Baransu’ya inanılmaz şeyler yapılıyor. Çocuk tek başına hücreye atılmış, görüş yasak, spor yasak, eşine bile gösterilmiyor. Bu resmen intikam almak. Ama ne kadar zora başvurursa, tepki o kadar artıyor ve artacak.  “Baransu’ya Artık İşkence Yapılmasın” diye kampanya başlatıldı.

Kenan Evren öldüğünde Erdo-ğan’a “başın sağolsun” diye bir yazı yazdınız?

Biyolojik baba-oğul olsa, anca bu kadar benzeşirlerdi. Erdoğan asker olsaydı, bulmuştuk papazı. Evren çok daha zararsızdı. Bu kesin.

Erdoğan’a ‘Atatürk’ü günahı kadar sevmiyor’ diyorsunuz. diğer yandan onu Atatürk’e benzetiyorsunuz. Bir çelişki yok mu?

Atatürk’ün yaptığı sertliklerin/hataların 1920-30’larda yapıldığını unutmayalım. Ayrıca, bir devlet ve bir ulus kurulurken bu türden şeylerin her ülke ve devirde çok görülmüş olduğunu da hatırlayalım. Ama tekrar ediyorum: Erdoğan bunları 21. yüzyılda yaptı; pes birader! Buna bilimde anakronizma derler. Takvimini şaşırmak.

“Üç parti derhâl bir tahribat tespit ve onarım komitesi kurmalıdır… Bu fırsat bir daha ele geçmeyebilir.” diyorsunuz. Fırsat kaçarsa Türkiye’yi bekleyen tehlike nedir?

Erdoğan rejiminin tarihin çöplüğüne gitmesi kaçınılmaz. Tekrar ediyorum, ka-çı-nıl-maz. Ama iş uzar. Uzayınca da Türkiye çok fazla zarar görür.

Yazılarınızda “Erdoğan, kendisini ve Türkiye’yi birçok sebeple ama özellikle silah kaçakçılığıyla fevkalade zor durumlara soktu. Bunların ‘bedelini ağır ödetmek’ zaman alacak.” dediniz. Nasıl bir bedel ödeyebilir Erdoğan?

Bir “dünya hükümeti” olmadığı için, fiilen yargılanması kolay değil. Ama yargılanması şart mı? Bir komşu ülkedeki etnik gruba, kendi hükümetini düşürmesi için silah ve mühimmat yollamanın uluslararası suç olduğu bir 21. yüzyılda, “dünyanın kokarcası” olmak ve ülkesini de aynı duruma sokmak fazlasıyla yeterli değil mi?

7 Haziran’ın en önemli sonucu nedir? Tarihe nasıl geçecek?

Erdoğan bir yandan “iktidar zehirlemesi”ne uğramış bir insan. Bir yandan da megalomani kurbanı. 7 Haziran, bunun yüzüne pat diye söylenmesidir. O hiç durmadan lafını ettiği “sandık” tarafından.

1950’de sandıkta iktidar değişti ve tek parti dönemi bitti. 7 Haziran’a da bu anlamda bir önem atfedilebilir mi?

7 Haziran seçimleri, 1950’den beri ilk önemli seçim. Ben 45 doğumluyum. 50’de sadece 5 yaşındaydım. Ama çok politize bir ailede bulunduğum için her seçimi büyük ilgiyle izledim. 50’de tek parti ve tek adama dur dendi. Zamanı için büyük olaydı, istisnai olaydı. 7 Haziran’da tek adam olmak isteyene dur denildi. 21. yüzyıl için çok doğal bir olaydır. Doğal olmayan, 21. yüzyılda tek adam olmak istemektir. Ne cesaret!

1950-60  DP, 1964-69 AP ve 1983-87 ANAP  ile AKP’nin 13 yıllık iktidar dönemi arasında benzerlikler var mı?

Var. DP, AP ve ANAP döneminde yatırımlar ve yollar yapıldı, ulaşım kolaylaştırıldı, demokrasi geliştirildi. AKP ise yollar yaptı, ulaşımı kolaylaştırdı, demokrasiyi istemeyi büyük cesaret hâline getirdi. İlk üçü 20. yüzyıldaydı ve bu zamanlar “demokrasi eşittir çoğunluğun iradesi (sandık)” ilkesinin devam ettiği zamanlardı. Dördüncüsü, yani AKP, 21. yüzyılda başa geldi. 21. yüzyılda her şey kökünden değişmişti. İlke değişmişti ve “demokrasi eşittir azınlığa saygı” olmuştu. 21. yüzyılda 19. yüzyıl ilkelerinin uygulanması devam edemezdi, nitekim edemedi. 7 Haziran budur. Bir miktar daha sürebilir ama ondan sonra gümmmm diye çöker. Devam ettirmek isteyen de altında kalıp yassılır.

Bütün devlet imkânlarını kullandığı hâlde AKP ve Erdoğan neden kazanamadı?

19. yüzyılın ikinci yarısında oluşmuş ilkeleri 21. yüzyılda uygulamak istedi de ondan. Dikkat ederseniz aynı şeyi Bush yapmaya kalktı ve rezil rüsva oldu: Emperyalizm, askerî işgalle mümkündür. Kalktı, Irak’ı işgal etmek istedi. Etti ve perişan oldu. Yalnız kendisi olmakla kalmadı, ülkesini de rezil etti. Bakın, şimdi Obama Ortadoğu’ya çıkacak yüz bulamıyor Bush yüzünden. Onun içindir ki istemeye istemeye, Türkiye’de ifade özgürlüğü diye bir şey bırakmayan Erdoğan’a tahammül etmeye çalışıyor. Zaman zaman fena hâlde iğnelese-iğneletse de.

Erdoğan’ın meydanlarda Kur’an’la dolaşması da etkili olamadı?

Valla bu memlekete Gezi rezaletini ve ardından da 17-25 Aralık rüsvalığını yaşatan bir insan başarılı olamazdı. Din demek dürüstlük demektir çünkü. Türkiye insanı dinine saygılıdır, ama dinin böyle kullanılmasına saygılı falan değildir. Allahtan.

AKP’deki 10 puanlık düşüşün en önemli sebepleri neler?

Erdoğan’ın her türlü haddini aşması, insanları aşağılaması, sonunda ekonomiyi dibe götürmesi, hangi birini sayarsanız sayın, yeterlidir. Ama bence halk Erdoğan’ın sonunun olmadığını anladı ve önceden durdurmak istedi.

Şimdi Erdoğan ve AKP’yi ne bekliyor?

AKP, Erdoğan’dan kurtulabilirse, kurtulur. Tersini yaparsa, bugün Menderes’in DP’si ne olduysa, Demirel’in AP’si ne olduysa, Özal’ın ANAP’ı ne olduysa, onu olur. Bu kadar basit. Baba diyalektik: AKP’yi Erdoğan yarattı, Erdoğan öldürdü. Bunu anlayan anlar, anlamayan anlamaz. Kendi sorunudur.

Erdoğan, beni halk seçti, alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağım, sözlerini ‘seçilmiş bir diktatör, padişah olmak istiyor’ diye yorumladınız. 7 Haziran’da çıkan sonuç bu hayalleri bitirdi diyebiliyor musunuz?

Henüz değil. Birazcık zaman ister. Çünkü rakibi yok, muhalefet partileri ve özellikle de CHP ve MHP kargaşa içinde. Ama görülen köy kılavuz istemiyor. Erdoğan ve rejimi, 2010 sonuna kadar Türkiye’ye önemli şeyler kazandırdı. Ondan sonra da Türkiye’nin canına okudu. Durmazsa, bu canına okumayı devam ettirir.  Bu olur.

İç Güvenlik Yasası, MİT’e verilen yetkiler, sulh ceza mahkemeleri… Bu çerçevede “Siyasi alanda yaşanan hiçbir gelişmenin bu kazanımları tehdit edecek boyuta ulaşmasına izin veremeyiz”… sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Menderes de 1959’da Tahkikat Komisyonu’nu kurarak ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma stratejisini seçmişti, umutsuzluktan. Şimdi umutsuzluk sırası Erdoğan’da. Ama birader, Menderes için yıl 1959’du. Öncesinde Menderes’i uyaracak bir örnek yoktu. Şimdi 2015. Bin türlü örnek var uyarıcı olarak. Ama Erdoğan sağlıklı düşünmekten kesinlikle yoksun. Ne tahlil yapacak hâli kaldı ne bir şey. Tek düşündüğü, 17-25 Aralık’a rağmen iktidarda kalabilmek. Bütün yaptıkları buna yönelik. Etrafı da, Türkiye’yi söğüşlemek için onun başta kalmasını istiyor ve kendisini durmadan tahrik ediyor. Hem Erdoğan’a hem Türkiye’ye büyük fenalık.

Kimdir Baskın Oran?

1945 İzmir doğumlu. Saint Joseph, İzmir Atatürk Lisesi, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye) okudu. Cenevre’de uluslararası azınlıklar üzerine doktora sonrası çalışma yaptı (1974-75). 6 Kasım 1982’de, YÖK tarafından görevden uzaklaştırıldı. 20 Temmuz 1983’te Ankara İdare Mahkemesi tarafından görevine iade edildiği gün, 12 Eylül askerî yönetimi tarafından 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca görevden alındı. Sekiz yıl boyunca çok çeşitli işlerin ve yabancı dil öğretmenliğinin yanı sıra AnaBritannica’da redaktörlük yaptı. Danıştay Genel Kurulu kararıyla Ekim 1990’da SBF’deki görevine döndü. 1991’de doçent, 1997’de profesör oldu. Ekim 2004’te İnsan Hakları Danışma Kurulu tarafından kabul edilen “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu”nun yazarı olarak hakkında TCK Md. 216 ve 301’den dava açıldı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararıyla 216’dan beraat etti (2008). 301’den tekrar yargılamaya Adalet Bakanı izin vermedi (2009).  Uluslararası İlişkiler anabilim dalı başkanlığından 2006’da kendi isteğiyle erken emekli oldu. Üç ay Oxford’da araştırma yaptı ve konferans verdi. Haftalık Agos ve Radikal yazarı. Esas olarak milliyetçilik ve azınlıklar üzerine çalışıyor. Mülkiye’de ders vermeye devam ediyor.

İdris Gürsoy – Aksiyon Dergisi

Önceki Yazı
Sonraki Yazı