Baskın Oran

Adı Önemli Değil; Ermeni Medeniyeti Yok Edildi | ODTÜ öğrenci dergisi

İlkay Kirişçioğlu’nun ODTÜ öğrenci dergisi Yaz Hocam için yaptığı, Ermeni Meselesi konulu mülakat:

Ermeni trajedisi üzerinden tam yüz yıl geçti. Hemen her sene olduğu gibi bu sene de aylar öncesinden başlayan tartışmalar, 24 Nisan günü ABD Devlet Başkanı tarafından yapılacak açıklamaya, daha doğrusu, yaşananları “soykırım” olarak niteleyip nitelemeyeceği noktasında düğümlendi kaldı. Barack Obama “Soykırım” değil, Aralık 2008’de bizde yayınlanmış olan “Ermenilerden Özür Kampanyası”ndaki gibi , Ermenice Büyük Felaket demek olan “Meds Yeghern” ifadesini kullandı. Ermeni Diasporası Obama’ya karşı tepkili, umutlarını önümüzdeki seneye sakladı. Türkiye ise durumdan şimdilik memnun. Muhtemelen önümüzdeki sene bir kez daha karşılıklı kulis çalışmaları yapılacak ve gözler başkanın iki dudağı arasından çıkacak söze dikilecek: “Ermeni Cephesi”nde yeni bir şey yok.

Yüzüncü senesinde Ermeni Meselesi konusunda; azınlıklar, milliyetçilik, dış politika alanlarında yaptığı çalışmalar ve resmî söylemden sıyrılmış görüşleriyle tanınan, SBF’nin (Mülkiye) emekli uluslarası ilişkiler profesörü Baskın Oran konu hakkındaki kimi değerlendirmelerini bizimle paylaştı:

Ermeni Sorunu – Kökenleri Üzerine

Bu mesele, öyle kısaca anlatılabilecek bir mesele değil. Kısa anlatılan önemli meseleler yanlış anlaşılır. Ama yine de çok kabaca konuşalım.

Türkiye, bu konuyu bilmek bakımından ikiye ayrılır: Ankara’nın doğusu ve batısı. Ankara’nın doğusu meseleyi iyi bilir, fakat konuşmaz, konuşursa “Ermeniler bizi öldürdü” der. Çünkü halk daha doğrusu ağalar, beyler Ermeni malları üzerine oturmuşlardır, oturduğu ev Ermeni evidir. Hakkari’deki köylünün İzmir’den haberi yok, haritada olsa gösteremez, niye İzmir’e Yunan çıktı diye silaha sarılsın? Sarılır, çünkü Ankara’nın başlattığı hareket başarısız olsaydı Ermeniler dönüp mallarını isteyecekti.

Ankara’nın batısı hiç bilmez, daha doğrusu mekteplerde kulağından akıtılan cehaleti bilir. Mesela ben İzmirliyim, 30 yaşımdan sonra duydum böyle bir şey olduğunu, 40 yaşımdan sonra da öğrendim. Cahil bırakılma ve yanlış bilgilerle doldurulma söz konusudur. Dolayısıyla bu iş çok derine inen bir olay.

1847 ve 1859

1847’den beri mevcut bir sorun bu; 1915 sadece zirvedir. Bu tarihte Kürtlerin isyan eden başlıca lideri Bedirhan Bey yenildi ve Girit’e sürüldü. O zamana kadar sorun yoktu çünkü Anadolu Ermenileri Kürt Beylerine her yıl haraç vermek suretiyle üretim, ticaret, tarım faaliyetlerine devam  ederlerdi. Biz de Ermenilere “Millet-i Sadıka” derdik. (“Sadık” kelimesinin nasıl katı bir Müslüman-Hıristiyan hiyerarşisi yansıttığına dikkat.) 1847’de Kürtler başsız kalıp kaosa düşünce,  her yıl altın yumurtlayan tavuğu kesmeye başladı. Bu Ermeniler için birinci felaket.

İkinci felaket; 1859’da Şeyh Şamil’in Güney Kafkasya’da Ruslara yenilmesi üzerine Güney Kafkasya haklarının Anadolu’ya perperişan fakat örgütlü ve silahlı olarak gelmeleri ve de karın doyurmak için en iyi yöntemi Ermenileri gasp etmekte bulmaları. Üstelik, Ortodokslar (Ruslar) tarafından perişan edilmiş insanlar bunlar.

Ermeniler bu durumda İstanbul’a müracaat ettiler. İki yere: 1) Saray; 2)  Osmanlı’ya tamamen entegre olmuş İstanbul Ermenileri; yani Patrikhane ve “Amira” yani aristokrat, burjuva Ermeniler. (Çünkü Ermeni deyince birbirinden 180 derece farklı iki tür Ermeni var: Gönenç içindeki İstanbul Ermenisi ve Doğu Anadolu’da başının çaresine bakmak zorunda olan Anadolu Ermenisi).

İstanbul Ermenileri bu şikayetleri püskürttü çünkü onlar için şikayet edenler Ermeni değil köylü ve dağlıydı; rahatları bozuluyordu. Saray da püskürttü bunları, çünkü 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanlarıyla Gayrimüslimler eşit sayılınca Müslümanlar çok öfkelenmişti, onları (Kürtleri) daha da kızdırmayı göze alamazdı.

Hrant Dink: “Batıya Güvenmeyin, Bu İş Türklerle Konuşulur”

İki taraftan da püskürtülünce Ermeniler nefsi müdafaa zorunda kaldılar. Ama bir Müslüman okyanusunda Hıristiyan katresi ne kadar kendini koruyabilirse, o kadar. Üstelik gayrimüslimlerin silah taşımaları en azından fiilen yasak.

Aslında bu arada Vanlı Hırimyan patrik seçilmiş ve Patrikhane Doğu Ermenilerinin şikayetlerine kulak vermeye başlamışt ama artık çok geç. Çünkü:

1) Avrupa devletlerinin 1774’ten beri talep ettiği reformları Osmanlı sürekli kulakardı etti. Mesela 1878 Ayastefanos Md. 16 Babıali’nin o yörelerde Ermenilerin güvenliğini Kürtler ve Çerkeslere karşı koruyacağını ve bu konuda Rusya’ya periyodik raporlar vereceğini söylüyordu. B. Britanya derhal devreye girerek antlaşmayı kadük etti ve onun yerine 1878 Berlin Antlaşması Md. 61’i getirdi. Aynı madde, sadece raporlar Rusya’ya değil Büyük Devletlere (pratikte B. Britanya’ya) verilecekti.

Osmanlı hiçbir reformu katiyen uygulamadı.

2)  Bu durumda, yurt dışında okumaya gitmiş Ermeni gençleri dönüp 1885-90 arasında ihtilalci partiler (özellikle, Hınçak ve Taşnak) kurdular ve nefsi müdafaanın mümkün olmadığı Doğu Anadolu’ya  Bulgar Modeli’ni uygulamaya kalktılar. Yani, Batı’nın dikkatini çekebilmek için Müslüman köylerine baskınlar düzenlediler. Fakat büyük bir hesap hatasıydı. (Hrant, bunları çok anlattı insanlara: “Batıya güvenmeyin” diye). Çünkü Bulgaristan Avrupa’nın dibindeydi ama Doğu Anadolu Allah’ın unuttuğu yerdeydi.

3) 1890 gelip çatmıştı. Bu tarihte Sultan Abdülhamit’in büyük ve Sünni Kürt aşiretlerinden Hamidiye Alayları’nı kurması üzerine olay tamamen değişti. Müslüman-Ermeni cemaat çatışmasından Devlet-Ermeni cemaat olayına dönüştü. Esas katliamlar bundan sonradır.

Reformu reddetmenin fiyatı: 1914 Yeniköy Antlaşması

Osmanlı reform yapmaya yanaşmayınca, kendi sonunu hazırlamış oldu. Şöyle ki:

Şark Meselesi artık Ermeni Meselesi’ne dönüşmüştü ve Rusya’yı ancak B. Britanya’nın gücü durdurabiliyordu. Ama 1871’den sonra Almanya çıkınca, onunla başedebilmek için Rusya’nın elini serbest bıraktı. Ve Osmanlı, tüylerini diken diken eden 8 Şubat 1914 Yeniköy Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. 1915’e gidişin başlangıcı budur.

Yeniköy Antlaşması Osmanlı için tam bir felaketti:

1) Rus sınırından başlayarak, Sivas dahil bugünkü Anadolu’nun üçte birinden fazlası (yani Ermenilerin esas olarak yaşadıkları bölge) “umumi müfettiş” adı altında iki Avrupalı genel valinin yönetimine bırakılıyordu. Bunların yetkileri fevkalade genişti; yargıçları, polisleri, jandarmaları tayin ve görevden almaya kadar.Tam bir devlet içinde devlet.

2) Daha vahimi, Berlin Antlaşması Md. 61’den Şekil 1’e, yani Ayastefanos Md. 16’da dönülmüştü: “Moskof”a sorumluluk.

İşte Osmanlı (daha doğrusu, İttihat ve Terakki), kendi yarattığı bu ortamda tek kurtuluş yolunu, neferine çarık alacak hali olmadığı halde, savaşa girmek olarak gördü: Kısa vadeli amaç: Genel valilerden kurtulmak. Orta vadeli amaç: Ermeni meselesinden kurtulmak. Uzun vadeli amaç: Şark Meselesi’nden kurtulmak. Sonuç malum: Sevr ve dağılma.

Anadolu’daki en büyük medeniyet olan Ermeni medeniyetinin yok edilmesi de bu panik içinde oldu.

Tehcir: Ölüm Yürüyüşü

Bu ortamda Talat Paşa ve ekibi Ermenilerin tehciri kararını verdi. Ermeni tehciri demek Ermenilerin kıyımı kararı demektir aynı zamanda. Çünkü bu insanlar çoğunlukla yürütülerek kafileler halinde Suriye’ye doğru göçürüldüler. Bazılarına, “beş saate hazırlan, yola çıkıyorsunuz” dediler. Bazılarına, “iki hafta içinde çıkıyorsunuz” dediler. Bazılarını önce Konya’ya, sonra güneye Der Zor’a gönderdiler.

Yani merkezi planlanmış bir olay yok. Ama, Tehcir ölüm yürüyüşü demekti. Bu insanlar evlerinden çıkıp sadece paralarını yanlarına aldılar. Yanında altınla parayla yürüyeni ne yaparlar Allah’ın dağında? Üstelik Kürtler 93 savaşından (1878) beri fevkalade sefil durumda. Mesela ben “M.K Adlı Çocuğun Tehcir Anıları” diye bir kitap yayınladım. Manuel Kırkyaşaryan adlı Adanalı bir Ermeni çocuğun anılarıdır. Manuel, Sidney’de ölümünden bir süre önce odaya çekilip teype bildiği en iyi dille, Türkçeyle anılarını okumuş (bunu da CD halinde kitapla birlikte verdim). Bu çocuk dokuz yaşındayken tehcire uğruyor. Anası yanında intihar ediyor. Babası dövülerek öldürülüyor. Yolun çeşitli yerlerinde üç kere Kürt çocukları  “soyun” diyorlar bu çocuğa. İnsanın aklına kötü şey geliyor. Ama olay başka: Kürt çocukları o paçavraları alıp hemen üstlerine giyiniyorlar; o kadar sefil durumdalar. Dolayısıyla bu insanların oralardan kafileler halinde geçerken önce soyulması sonra öldürülmesi Allah’ın emri. 1915-1916’da olanlar budur.

Soykırım mı? Kıyım mı?

Bu terim meselesinden hiç hoşlanmıyorum. Ben “soykırım” terimini kullanmıyorum. Bunu kullanmayanlardan çok farklı nedenlerle.

Bir kere, 1915’te yapılanın bütün korkunçluğunu görüyorum ve söylüyorum. Devletin kendi vatandaşını farklı olduğu için öldürmesi, sebebi ne olursa olsun, tam bir rezalettir ve bizim dedelerimiz bunu yapmışlardır.

İkincisi, yok efendim isyan etmişler, yok efendim Ruslarla birleşip arkadan vurmuşlar, böyle cehalet ve vicdansızlıklarla işim olamaz.

Üçüncüsü, bazıları gibi hukuki dallara tutunmuyorum: 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin geriye yürümediği, 1915’in bir uluslararası mahkeme tarafından soykırım ilan edilmediği, vs. Olaydaki hukuku bilmek lazım, ama 1915 canavarlarını temize çıkarmak için bunu kullanmaya kalkmak tam bir vicdansızlıktır. Vicdan ve ahlak diye bir şey var! O tarihte 2.000.000’a yakın olan Ermeniler bugün 60.000’e indi. Almanya’ya çalışmaya mı gitti bunlar?

1948 Sözleşmesi’nin 2. maddesinde beş tane şart var. Bunlardan tek bir tanesinin gerçekleşmesi halinde eğer “amaç” (intent) etnik, ırksal, dilsel ve dinsel bir grubun kısmen veya tamamen ortadan kaldırılması ise, soykırım oluyor. Bu beş şarttan dördü 1915’te mevcut.

Ama bu “intent” burada benim kafamda hiç net değil. Bu rezalet 1914 Yeniköy’e kadar yoktu; onun yarattığı panik içinde oldu kanaatindeyim. 1915 olayı tam bir merdiven olayıdır. Adım adım tırmanır, son basamağı 1914 Yeniköy’dür. Nazilerinki dümdüz bir olaydır.

Onun için, yüz yıllık Anadolu terimi olan “Ermeni Kıyımı” terimini kullanıyorum. Ermeni olayına soykırım diyeceksek Yahudi olayına ne diyeceğiz? Yahudi soykırımı 1920’lerden itibaren Nazi partisi tarafından milim milim planlanmaya başlandı, 1933’te Nazi Partisi iktidara geldikten sonra da bu insanlar sırf Yahudi olduğu için yok etme başladı, 1945’e kadar.   1915’te “sırf Ermeni oldukları için” öldürülme durumu yok. İttihatçıların kendi yarattıkları dağılma durumunu önleme çabasının yarattığı bir insanlık suçu var.

Vicdan yarasıdır

İttihat ve Terakki’de bu insanları “sırf Ermeni oldukları için” öldürmek isteyen yok muydu? Vardı tabii. İttihatçıların gizli örgütü (bugünkü MİT’in dedesi) Teşkilat-ı Mahsusa içinde bir çekirdek vardı. Dr. Nazım, Diyarbakır’da Vali Reşit, Dr. Bahattin Şakir gibileri -bu kelimeyi az kullanırım- kelimenin tam anlamıyla faşisttiler. Bunlar tehcirden yararlanarak Anadolu’da etno-dinsel temizliğe giriştiler. Bu tehciri soykırıma çevirmeye çalıştılar. Bunlardan bir kısmı İstanbul işgali üzerine Ankara’ya kaçtı. Anadolu hareketi de adam yokluğundan bunları kabul etti ve bunları önemli yerlere getirdi. Dışişleri bakanı, TBMM başkanı, içişleri bakanı yaptı. Bir vicdan yarasıdır. Cılk yaradır.

Kendi ayağımıza sıktık

1915-16 olaylarına isim verme kavgasına sinir oluyorum. Bak, görüyor musun, tek bir kelimeyle ne kadar vakit kaybettik? Böyle bir insanlık olayı tek bir kelimenin boyunduruğuna nasıl girmiş durumda! Anadolu’nun en önemli medeniyetini yok etmişiz; ne önemi var isminin ne olduğunun?

Sadece 800.000 – 1.000.000 arası insan ölmüş, tamamı binlerce yıllık yurdundan edilmiş. Koskoca bir medeniyet. 2.500 kilise, 451 manastır, 1.996 okul, 173.000 öğrenci.  Harput’ta Ermeni tiyatrosu 1880’de açılıyor (Atatürk doğmadan bir yıl önce), 1890’da da teşkilatlı fotoğraf stüdyosu. Bugün var mı tiyatro ve stüdyo Anadolu’da? Devlet tiyatrosu ve sünnet-düğün fotoğrafçıları vardır. Biz böyle bir medeniyeti yok ettik. Edince de, kendi ayağımıza sıktık. Türkiye’nin sanayileşmesi en az yarım asır  ertelendi. Çünkü yok ettiklerimiz Anadolu’nun girişimcileriydi, burjuvalarıydı. Esas üretici sınıf Ermenilerdi. Müslümanlar yiyici sınıftı.

AP Kararları

Türkiye’nin sembolü ayyıldız değil devekuşu olduğu için, Ermeni Meselesi konusunda biz bundan önce aynı konuda dört Avrupa Parlamentosu kararı çıktığını hatırlamıyoruz. Oysa 1987, 2000, 2002, 2005 tarihlerinde AP bugünkü kararlar çıkmıştı.

1987’de şunları söylüyordu AP: Osmanlı Devleti’nin 1915’te yaptığı, 1948 Soykırımı Önleme Sözleşmesi’ne göre soykırımdır. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti bundan siyasal, hukuksal ve maddi olarak sorumlu tutulamaz. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı döneminde yapılan bu soykırımı tanımazsa, bu, Türkiye’nin AB’ye yapılan başvurusunun ele alınmasında “aşılamaz bir engel” oluşturur.

2000’de:: AP Türkiye’yi soykırımı açıkça tanımaya çağırır ve 1915 Ermeni Soykırımı konusunda çok kültürlü bir uluslarası tarih komitesi kurmayı önerir.

Şubat 2002’de 1987’deki karar tekrar edildi.

2005 yılında AP Türkiye’yi soykırımı tanımaya çağırdı ve “Türkiye’nin soykırımı tanıması AB’ye girmesinin ön koşuludur” dedi.

Bu seferki 15 Nisan 2015 AP kararı, 1987 kararını tekrar ediyor. Diyor ki, “1915’in, 1948 Sözleşmesinde sözü edildiği gibi bir soykırım olduğunu ilan eder, soykırımı ve bütün insanlığa karşı suçları kınar ve bu suçları inkar etmeyi de ciddi bir teessüfle karşılar”.

Bunun ardından AP’nin birtakım açıklamaları gözardı etmediği de görülüyor: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Davutoğlu’nun Ermeni konusunda yaptıkları üzüntülerini bildirme deklarasyonlarını doğru bulduğumuzu sevinçle ifade ederiz. Bunun yanı sıra Türkiye’nin bu çizgide devam ederek arşivleri açmasını, geçmişiyle yüzleşmesini, Ermeni Soykırımı’nı tanımasını, Türk ve Ermeni halkları arasında gerçek bir uzlaşma sağlanmasını temenni ederiz.”

 

Netice-i Kelam

Reform yapmayan başına bela alır, dağılır. Hangi dönemde olursa olsun. Kürt meselesi için, Ermeni için, Bask için Ira için… Olayın anahtar kavramı reformdur. İşte Osmanlı İmparatorluğu reform yapmadı, 1918’de dağıldı.

Bugün Ermeni meselesinin en az iki boyutu var: Hukuki ve ahlaki boyutlar. Hukuki boyut bakımından Türkiye şimdilik zor durumda değil; ileride ne olur bilinemez.

Ama ahlaki bakımdan çok çok zor durumda. Her yıl ABD başkanının iki dudağının arasına bakıp titriyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kendini durmadan aşağılatıyor.  Öyle sıkıştırıldığı için, mahkemeye verildiği için, Obama soykırım dediği-demediği için değil. Bunlar laf-ı güzaf. Boş laf. Reform yapmadığı için. Türkiye kendisi bir bildiri yayınlayıp birtakım şeyleri bizzat söylemezse bir gün çok daha vahimini söylemeye mecbur edilecektir:

“1) Osmanlı dağılırken Ermeni vatandaşlara yapılanları Türkiye Cumhuriyeti şiddetle kınar, Ermenilerin acılarını paylaşır;

“2) Tarihsel gerçekleri bunca zamandır gizlediği için özür diler;

“3) Osmanlı-Türkiye kökenli Ermenileri TC vatandaşlığına davet eder;

“4) Hak sahiplerine mallarının hakkaniyet ve imkanlar dahilinde tazmin edileceğini açıklar.”

Önceki Yazı
Sonraki Yazı