Nereden gelecekler, hiçbir yerden gelmediler. Onlar hep vardılar. Yukarıdaki başlık, Midyatlı Kürt köylülerin, Mor Gabriel Süryani Manastırı topraklarını işgal çabaları esnasında savcılığa verdikleri 2008 tarihli dilekçeden. Süryaniler bu toprakların en kadim halkı; daha eskisi yok. Bu manastır da M.S. 397’den beri var; yapılalı 1615 sene oldu.
Aslında köylülere söylenecek fazla bir şey yok. En nihayetinde, çıplak menfaatine göre hareket eder insanoğlu ve üstelik, ona 1454’ten beri Millet Sistemi’nin ‘Millet-i Hâkime’ ideolojisinin öğrettiği şudur: “Gâvurun malı Müslüman’a helaldir.”
Ama bu sefer, Devlet’in en önemli ve en tarafsız olması gereken unsuru, Türk Yargısı, üstelik, onun hukuktaki en üst düzey organı olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (‘YHGK’), köylülerin bu söylediğini şimdi hukuk dilinde tekrarladı. Hemen anlatacağım, fakat şunu söyledikten sonra:
Bu karar maalesef Türkiye’yi 08.05.1974’e döndürdü. O tarihte de aynı YHGK şunu söylemişti: “Görülüyor ki, Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır” (esas no. 1971/2-820, karar no 1974/505). Karar, “Türk olmayan” derken, yabancıları kastetmiyordu. Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın T.C. vatandaşı gayrimüslim yöneticilerini kastediyordu. Müslüman olmadıkları için, YHGK onları ‘Türk’ saymamıştı. Daha 12 Eylül olmadan, resmen Türk-İslam Sentezi uygulamıştı.
Olayın geçmişi
Kadim memleketleri olan Mardin-Midyat bölgesinde hâlâ yaşayan yaklaşık 3 bin Süryani’ye açılan 300’ü aşkın dava var. Bunların büyük kısmı, AKP Mardin Milletvekili Süleyman Çelebi’nin aşiret reisi olduğu köylülerin açtığı davalar. Manastır topraklarını bir yandan fiilen işgal ediyorlar, bir yandan da dava açıp hukuken ele geçirmeye çalışıyorlar (ayrıntılar: 19.12.2008 ve 04.02.2011 tarihli Agos yazılarım).
Bunlardan biri de, YHGK’nın geçen hafta kesin kararını verdiği dava: Hazine, 29.01.2009’da Midyat’ta Mor Gabriel Manastırı Vakfı’na dava açıyor. İstediği: Kadastro çalışmaları sırasında Vakıf adına tescil edilen toplam 244 dönüm arazinin kendisine devri. Arazi 12 parselden oluşuyor. Yedisi manastırın dış bahçe duvarının içinde, beşi dışında.
Midyat, 24.06.2009’da Hazine’nin davasını reddediyor (esas no: 2009/11, karar no. 2009/28). Hazine temyize gidiyor. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (‘HD’) 07.12.2010 tarihinde bu kararı bozuyor ve arazilerin Hazine’ye tapulanmasını istiyor (esas no. 2010/13416, karar no.15347). Gerekçesi: “Kadastro Kanunu Md. 14’e göre, tapuda kayıtlı olmayan bir arazinin, en az 20 yıldır zilyedi [fiilen sahibi] olduğunu ispat yoluyla tescilini isteme durumunda, bu arazinin miktarı kuru toprakta 100 dönümü aşamaz. Oysa burada 244 dönüm arazi tescil edilmiştir.”
Yargıtay kanun okumaz mı?
Çok ilginç, çünkü nasıl Nisâ Suresi 43. Âyetteki “Namaza yaklaşmayınız”ın devamı varsa, burada da “100 dönümü aşamaz”ın devamı var: “Aşağıdaki belgelerden biri ibraz edilirse, bu miktardan [yani, 100 dönümden] fazlası da tescil edilebilir.” Saydıklarının biri de şu: “31.12.1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları.” Manastır bu arazilerin vergilerini Arazi Tahrir Kanunu uyarınca 01.09.1937 tarihinden beri muntazaman ödemiş. Çünkü bu arazileri meşhur 1936 Beyannamesi’nde deklare etmiş. Midyat da bunu değerlendirdiği içindir ki manastır lehine karar vermiş. Ama Yargıtay 20. HD nedense Md. 14’ün devamını görmüyor.
Bunun üzerine vakıf, aynı 20. HD’ye karar düzeltme için başvuruyor. Hem Kadastro Kanunu Md. 14’in istediği belgeleri ibraz ettiğini tekrarlıyor, hem devletin azınlıklara ait din kurumlarına ‘tam koruma’ sağlanacağına ilişkin Lozan Antlaşması Md. 42/3 hükmünü hatırlatıyor, hem de uluslararası antlaşma hükümlerini insan hakları konusunda milli hukukun üstünde ilan eden Anayasa Md. 90/5 hükmünü anımsatıyor.
Cevap: Ret (28.06.2011; esas no. 2011/3720, karar no. 2011/8237). 20 HD diyor ki: “Karar düzeltme dilekçesinde değinilen hususlar temyiz aşamasında da ileri sürülmüştür. Dairemiz kararı bu konulara cevap teşkil edecek nitelikte olduğu gibi, usul ve yasaya da uygundur.” Ve dosyayı Midyat’a iade ediyor.
Fakat Midyat ilk kararında direniyor (10.10.2011; esas no. 2011/38, karar no. 2011/87). Bunun üzerine T.C. Hazine tekrar temyize gidiyor. Direnme kararı bulunduğu için, artık son sözü YHGK söyleyecek. O da söylüyor: Midyat’ın kararını bozuyor. Artık bu karar bağlayıcı. Midyat mecburen uyacak. 244 dönüm arazi de Hazine’nin olacak.
Yargıtay’ın bu kararı inanılmaz. Ya iktidarın tutumu? Gayrimüslimler hakkında hiç yapılmamış reformları yaparak sürüyle tutucuyu ayağa kaldıran AKP iktidarının, bu kadar net bir hukuki meselede haberi mi yok Hazine avukatlarının temyizlerinden? Kendi vatandaşına zulmün yanı sıra, bütün dünya bu davayı izliyor. İlk protesto Alman Federal Parlamentosu’ndan geldi bile (bkz.). Türkiye böyle mi artıracak ‘yumuşak güç’ünü? Böyle mi yön verecek bölgesel politikaya?