Baskın Oran

Bumiputra

12 Eylül cunta anayasasının değişmesini engellemek için Korku Spreycilerimiz her gün yeni bir keşif hatta icat yapıyor. Dünkü (25 Eylül), “Nobel ödüllü O.Pamuk nasıl 1.8 milyon dolara kat alırmış?”ın ardından bugün de “Anayasa taslağını hazırlayan profesörler para aldı mı?” diye çıktı. Artık saygı da mafiş; muslukçu gerekince parayla, profesöre gerekince bedava. Ama şu sırada korku malzemesi olarak öncelik 2 M’de yani mahalle ve Malezya’da.

Bu “mahalle” işine çok gülüyorum. Mahalle hep vardı ve hep olacak. Türkiye’nin en “çılgın” yeri Bodrum’da bile mahalle ne biçim erkek egemen, muhafazakar, baskıcıdır; “Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi”nde ve “Enişte Gözüyle Bodrum”da çok anlattım.

Feyhan cuma pazarına gitmiş, üstünde normal hatta astarlı etek. Boyacı İsmail Usta geliyor, elindeki pazar çantasını alıyor, usulca: “Sen hemen evine git, üstünü değiş, güneş vurunca için gözüküyor.  Ne lazımsa ben alır bırakırım” diyor. Feyhan da tıpış tıpış eve gidiyor, değiştirmeye. Hasan ile Neyran’ı büyütürken de bundan yararlanmıyor değil. Hasan o sıralarda yaşı icabı haylaz. Eve hemen ihbar geliyor: “Senin oğlan bugün okula gitmedi, mendirekte gazete okuyupturu!” veya “Seninki motor kiralamış, şimdi buradan fırtına gibi geçti”. Neyran 25 yaşında, daha hayatında Bodrum’da iken kimseyle el ele tutuşmamıştır.

Buranın bir “Muhtar Amca”sı var, İbrahim Denizaslanı. 80’inin üstündedir. Herkes saygı gösterir. İki sene önce 31 yıllık muhtarken fazla kısa etekle veya şortla gelene nüfus sureti falan vermez, giyinip geldikleri zaman verirdi. Kimse de itiraz etmezdi. Bırak kadınları, biliyor musunuz ki ben erkekliğimle istediğim gibi sokağa çıkamıyorum Bodrum’da? Evimizin hemen arkasındaki pazartesi pazarına sadece şortla gidemiyorum. Allahın sıcağında üstüme bir atlet veya tişört geçirip de gidiyorum çünkü pazarcılar rahatsız olduklarını hissettiriyor. Al işte sana, mahalle baskısının dik âlâsı.

Tahakküm sona eriyor korkusu dur bakalım daha neler yaptırtacak. Bunlar da “Kemalist devrimci”. M. Kemal hele de 1920’lerdeki mahalleyi hesaba katsaydı hangi Kemalist devrimi yapacaktı acaba?

Olmadı, Malezya verelim

Malezya saçmalığı Amerikalı diplomat Holbrooke’un iki ülkeyi “Ilımlı İslam”a örnek vermesiyle başladı. Kimse kalkıp da, bu adam Türklere oynasınlar diye yumak verdi kuşkusunu duymadı. Ağzından çıktığından bu yana biz Malezya’yla yatıyor kalkıyoruz.

Kiminle yatıp kalktığımızı bilelim hiç olmazsa: Malezya Federasyonu, Güneydoğu Asya’da 13 eyaletlik bir meşruti monarşi. 1963’te bağımsız olmuş. İngiliz kuvvetleri 1971’de çekilmiş. Batı kısmı yarımada, arada Güney Çin Denizi var, doğu kısmıysa ada. Başkenti Kuala Lumpur dünyanın en yüksek kulelerini barındırıyor ama, ülkenin batı kırsalında insanlar direkler üstünde oturuyor, doğusunda ise daha düne kadar kafatası avcılığıyla ünlenmiş yerli halklar yaşıyor. Bu eyaletlerin babadan oğula geçme dokuz sultanı Malezya Kralı’nı beş yıllığına seçiyor. Her eyaletin kendi yasaları var. “Oruç Polisi” gibi bizi büyük heyecana ve “Bak, gördün mü!”lere sevk eden haberler bu 13 eyaletin ikisiyle ilgili.

Peki, neden İslam ülkenin “resmî dini”? Neden bu kadar güçlü ve güçleniyor? Çünkü İslam, yüzde 52’yi oluşturan fakir Malayların yüzde 30’u oluşturan zengin Çinlilere karşı çıkabilmeleri için bir toplumsal tutkal sayılıyor. Ne gibi? Malay-Müslümanlar açısından düşününce aynen milliyetçilik gibi birleştirici. Ama ülke bütünü açısından düşününce (gayrimüslimler % 40) aynen milliyetçilik gibi bölücü.

Malayları nasıl birleştiriyor? Anayasanın otomatik olarak Müslüman saydığı Malaylar, “Malezya’nın Efendileri” oldukları gerekçesiyle (vallahi bu gerekçeyle) ve bu anayasanın 153. maddesine göre “Bumiputra” statüsüne sahip. Parlamentoda bile tartışılması hukuken yasak olan bu madde (tanıdık geldi mi?), Bumiputralara sayısız ayrıcalık tanıyor: Üniversiteye ve memuriyete girişte kontenjan, otomobil ve taşınmaz alımlarında % 5-15 arası indirim, vs. (bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_Malaysia ).

Bumiputralık, yani Malay-Müslüman ayrıcalığı nasıl uygulanıyor? Kimlik bilgileri “MyKad” adlı kartın “smartchip”ine yüklü. 12 yaş üstü herkes bu kartı her kontrolde göstermek zorunda (http://en.wikipedia.org/wiki/Malaysia ). Şimdi anladınız mı İslam niye önemli Malezya’da? Yerli Malayların göçle gelmiş Çinlilerle mücadele silahı! Anlatın da anlayayım, bunun neresi Türkiye’ye benziyor? Ama derseniz ki bu Bumiputralık “birleştiricilik” açısından Kemalizm’in Malezya versiyonuna benziyor, ben demedim siz dediniz.

Hani, yeniçeri Yahudi’yi yere yatırmış, boğazına bıçağı dayamış: “Ulan, İsa Peygamber’i çarmıha gerersiniz ha!”. Yahudi inliyor: “Aman yiğidim, bu 1500 sene önceydi”. Yeniçeri köpürüyor: “Olsun! Ben daha yeni duydum!”. Bunlar yeni şeyler değil. 153. maddenin kökü taa İngiliz sömürge yönetimine kadar gidiyor. Holbrooke yem atınca mal bulmuş Mağrıbî gibi atlayan Korku Spreycilerimiz sayesinde biz yeni duyuyoruz. S.Arabistan’la korkuttunuz, İran’la korkuttunuz, şimdi de sıra Malezya’ya mı geldi?

84 yıllık aczin itirafı

21 Eylül günü Hasan Cemal yazdı: “TBMM Şeref Salonu. Askeri cuntanın üyeleri yan yana dizilmiş. Balkonda, Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası Beethoven’ın Kader Senfonisi’ni çalıyor. Darbe, kutlamaları kabul ediyor. Yüksek yargı organlarının üyeleri, üniversite rektörleri sıraya girmiş, daha altı gün önce parlamentoyu kapatarak parti liderlerini hapsetmiş darbecileri tebrik ediyorlar”. Peki bugün?

Anayasa Mahkemesi, TBMM toplanamasın diye, 276’yla cumhurbaşkanı seçilen bir ülkede toplantı yeter sayısını 367 ilan ediyor. Yargıtay, gayrimüslimleri “yabancı” ilan ettikten, Hrant’ın 301’den cezasını onayladıktan ve Kaboğlu’yla benim beraat kararımı bozduktan sonra P. Selek’in yargılanmasına gerek olmadığına dair kararı da bozuyor. Bizim karar 12 Temmuz’da çıkmış, avukatlarımızın bile haberi yok, taa 13 Eylül’de tam anayasa tartışmalarının göbeğinde “Yargıtay’ın tutumu işte budur” dercesine basına açıklanıyor. Yargımız çok tutarlı: Askerleri 1980’de nasıl desteklemişse şimdi de aynı şeyi yapıyor.

Bir video klip çıkıyor: “O gün öyle desinler, / Bugün böyle desinler, / Fatihalar, Yasinler, / Bitmez Karadeniz’de” diye şiddeti överken derhal karakolda Türk bayrağı önünde çekilmiş meşhur fotoğraf ekrana geliyor. “Hiç kimse vatanını, / Satmaz Karadeniz’de / Vatan satsa bir kişi, / Anında biter işi” dediği anda da canım ciğerim Hrant kaldırımda arkadan vurulmuş yatıyor. İzmir ve Erzurum barosu başkanları bu rezilliğe arka çıkıyor, haklarında soruşturma bile açılmıyor. Ama Yargıtay, içinde şiddetin ş’si bulunmayan, yönetmeliğin amir hükmü (md. 5) gereği yazdığım bilimsel Azınlık Raporu’nu “açık ve yakın tehlike” ilan ediyor. “İfade özgürlüğü sınırlarını aşmıştır” diyor. “Kin ve nefret yaymaktadır” diyor.

1992’de TÜSİAD’a hazırladığı Rapor’da (acaba TÜSİAD telif ücreti vermemiş miydi?) “Tek Parti döneminde Kemalist ilkeler ulusal birliğin sağlanmasında bir aşamayı simgelemektedir. Liberal demokratik rejimlerde devletin bir resmi ideolojisi olamaz” demiş olan YÖK başkanının bir işareti üzerine bütün rektörler ve üniversiteler ayaklanıyor: “Yeni anayasayı istemezük!” Üniversitemiz çok tutarlı: Askerleri 1980’de nasıl desteklemişse şimdi de aynı şeyi yapıyor.

Tamam. Ama bütün bunları laiklik adına yaptıklarını söylemesinler. Bumiputra’nın tanımındaki “Türk” kelimesini muhafaza etmek için yaptıklarını söylesinler, yeter.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı