Baskın Oran

‘Terör’ ve ‘jenosit’ paralelliği

Kimi Türkler için “terör”, Ermeni diasporasının kimi üyeleri için de “jenosit” terimleri arasında hayret verici bir paralellik oluştu artık.

1) Terimler bulanıklaştı: 1948 Jenosit Sözleşmesi’ndeki tanım fevkalade geniş ve dolayısıyla muğlak. “…bir grubu kısmen veya tamamen tahrip”ten bahsediyor. “Kısmen” deyince kaç kişidir? İki mi, iki yüz mü, iki yüz bin mi, kaç kişiyi “tahrip” etmek lazım?

Paralel olarak, terör tanımı da öyle. Türkiye ve AB tanımları çok farklı olduğu için suçluların geri verilmesinde büyük zorluk yaşanıyor ve bu yüzden Türkiye tanımını AB’ye uydurmak istiyor (Radikal, 04.04.2006).

Üstelik, bir de devletin kimi önemli makamlarının rahatlıkla terör denebilecek eylemlere girişmesi var. Şimdi MHP üyesi olan E.Korgeneral Altay Tokat, Yeni Aktüel’in 27.07.06 tarihli sayısında bizzat anlattığı gibi yargıç ve savcıların evlerine bomba attırırken terör yapmıyor da ne yapıyordu? Dört dörtlük bir pogrom (= çoğunluğun, devlet destekli biçimde azınlığa saldırısı) olan 6-7 Eylül olayları için “Muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” derken E.Org. Sabri Yirmibeşoğlu terörü övmüyor muydu? (Tanksız Topsuz Harekât, İst., Tekin Y., 1991, s.104). Geçenlerde yayınladığı “İhaneti Gördüm” adlı kitabında 2-3 gecede bir, Şemdinli üzerine önce havan sonra makineli tüfek ateşi açtırıyor, çatışma havası yaratıyordum. Askerlerden sakallı timler kurup PKK kıyafeti giydiriyordum diye anlatan E.Albay Erdal Sarızeybek vazifesini mi yapıyordu, terör mü? (Milliyet, 26.09.07). Şimdi, basında çıkan bir terör eylemini kimin yaptığına hemen karar verebiliyorsanız, doğrusu bravo. Ankara Ulus’daki Anafartalar Çarşısı bombalamasını kim yaptı, örneğin? Bizzat yapanların anlattığı türde bir “vazife anlayışı” şu dakikalarda faaliyette olabilir; kokusu birkaç yıl sonra çıkacaktır.

2) Bırakın sadece anlam bulanıklaşmasını, terimler itham hatta intikam aracına dönüştü. Ermeni diasporasının kimi üyelerine diyorsunuz ki, 1915 için ister “insanlık dışı katliam” deyin, ister “kitlesel öldürme” deyin, ister “etnik/dinsel temizlik” deyin, ama jenosit demeyin. Yok; illaki jenosit diyecek. Onu “jenosit” dışında hiçbir terim “kesmiyor”. Kesin bir intikamcılık (revanjizm) yapacak ki hem bulunduğu Batı ülkesinde genç kuşakların asimile olmalarını engelleyen bir “milli dava” sürdürsün, hem de düşmanı durmadan tahrik ederek “dava”yı canlı tutsun. Rabbim kimseyi düşmansız kalma felaketine duçar eylemesin, mübarek günde amin.

Bu revanjizmin en belirgin uygulaması da bir soru: “Hemen söyle! Jenosit mi değil mi?”. Bu terimi kullanmıyorsan artık sen bir “denialist”sin. İnkarcı. Daha kötüsü de yok zaten. Oysa, jenosit deyince Türkiyeli insanın aklına gelen tek kavram Naziler ve ondan sonra da zaten deniz bitiyor. “1915’te İttihatçılar kötü şeyler yaptılar” diyorsun, elcevap: “Balkanlarda da Müslümanlar öldürüldü!”. Moskova metrosunda “Hani trenler kırk saniyede bir gelir dediniz; yirmi dakikadır gelmedi!” diyen Amerikalı turiste Sovyet rehberin cevabı gibi: “Ama siz de zencileri öldürüyorsunuz!”

Paralel olarak, terör terimi ülkemizde sadece PKK’yı değil Kürtleri de anlatmakta kullanılmaya, hatta Kürtleri hedef almaya başladı. Maçlarda bir Güneydoğu takımı çıkınca rezil tezahüratı gör. Bir süredir, üst rütbeli subaylardan başlayarak başbakana kadar herkesin ağzında bir paralel soru: “Önce, PKK teröristtir de! Diyebiliyor musun?!” Hemen deyivermek yerine yukarıda anlattıklarımı tartışmaya başlıyorsan, sen bir “vatan haini”sin. Daha kötüsü de yok zaten. Çok daha nötr olan “şiddet” dense de diyalog kolaylaşsa? Hayır. Olmuyor. Türklerin birçoğunu “terör” dışında hiçbir terim “kesmiyor”. DTP’nin PKK’dan uzaklaşmasına izin yok. Çünkü maazallah böyle bir durumda “düşman” yokluğu Derin Devlet’i mahvedebilir. Tabii, DTP’li Demirtaş da bu gidişe kafiye tutturmalı: “Sizin terör dediğinize bir terör dersek, sizleşiriz”. Bir de, tam Diyarbakır’da Kürt Konferansı yapılırken, “Özel Güvenlik Bölgesi” kapsamına alınmış olan ve girişi-çıkışı askerî denetim altında bulunan Beytüşşebap’ta minibüs tarandı…

Kürt Konferansı, Süryaniler

Gelelim uygulamaya. 29-30 Eylül’de o konferanstaydım. Sağcı medyanın arayıp da bulamadığı bir fırsat olabilirdi. Oysa, çok olumlu geçti: Birincisi, hiç kimse silahlı mücadeleyi savunmadı. Aksine, sürekli olarak PKK’nın silahları bırakması konuşuldu. Durmadan, şiddetin bitmesine çağrı yapıldı. Ben on yıl önce Diyarbakır’a ilk geldiğimde, Prof. Doğu Ergil bir soruya “Evet, PKK terörist bir örgüttür” dediğinde bütün salon sessizce boşalmış, bir tek sivil polisler ile biz kalmıştık. Bu sefer E.Büyükelçi Pulat Tacar bunu açıkça söyledi, efendice tartışıldı.

İkincisi, tek bir kişi dışında kimse Kürtlere “asıl ve kurucu unsur” demedi. Aksine, bunu çok kişi eleştirdi ve bunların (ben hariç) tamamı Kürt’tü. Ben bu konunun üzerine basa basa söyledim: “Yıllardır söyledik, dilimizde tüy bitti, bu iddia bal gibi ‘Kürt Kemalizmi’dir. Kürtler kendi eleştirdikleri kavramları kendileri kullanıp hata ediyorlar” dedim. Tartışılmadı bile. Bundan birkaç yıl önce bunu çok daha hafifçe söylediğimde uğultu yükselmişti. Bunları görmek ve Türkiye’nin geleceğine artık umutla bakmak lazım. Tabii, “düşman”ı korkutucu ve nefret ettirici tutmakta menfaatimiz yoksa.  (Unutmadan: 1 Ekim tarihli bir gazetede muhabir “Prof. Oran Kürtler azınlıktır tezini yeniledi” diye bir manşet altı yazmış. Hazret herhalde ya Türkçe bilmiyordu, ya söyleneni anlamıyordu).

Konferansın ardından bir gece de Süryani Deyrülzafaran Manastırında kaldık. Metropolit Saliba Özmen ve manastır sözcüsü Yusuf Beğtaş’la uzun saatler boyu konuştuk. İnanılmayacak kadar sağduyulu olan bu insanları dinlemek beni mutlu etti. Yurt dışındaki kimi Süryanilerin aynen Ermeni diasporası gibi “jenosit” terimini kullanmaya başlamalarının onları nasıl huzursuz ettiğini gördüm. Bu insanların bütün istediklerinin Türkiye’nin demokratikleşmesi olduğunu, tek çözüm olarak bunu gördüklerini elimle tuttum. Buraya yeni gelmiş Müftü Mehmet Kızılkaya’yı iftarda tanıdım. Bu insanın kültürü ve açık fikirliliği Süryaniler, Mardin ve Türkiye için nimettir diye düşünüyorum.

Şimdi de Süryani diasporasının bir bölümü, Türkiye’deki dindaşları/soydaşları daha kötü duruma gelse ve göç etse sanki sevinecekler. Aynen ne gibi, örneğin Batı Trakya Türklerinin sorunları devam ettiği zaman sevinçten zil takıp oynayan, rahatladıkları zaman da karalar bağlayan bizim kimi insanlarımız gibi.

Türk, Ermeni, Süryani, ve saire. Bir şey fark etmiyor. Azınlıkların durumu iyiye gittiği zaman her iki taraftan milliyetçiler suspus oluyor, kötüye gittiği zamansa bülbül kesiliyor. Çok doğal. Hayatta kalabilmek lazım.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı