Baskın Oran

AYM kararının özü: Susmak suçtur

AYM kararının özü Susmak suçtur
AYM kararının özü Susmak suçtur

DTP?nin kapatıldığını Anayasa Mahkemesi Başkanı HaşimKılıç duyurdu.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) DTP’yi kapatma kararı hakkında bazıları şunu dedi: “Siyaseten yanlış, ama hukuken doğru”. Oysa kararın hukuken doğru olduğu da çok tartışmalı. Keşke gerekçeli karar, yayınlandığında, burada aşağıda söyleyeceklerimi boşa çıkartsa.

Anayasa md. 68/4, partilerin hangi sebeplerle kapatılacağını tahdidî olarak sayıyor: Bağımsızlığa, bölünmez bütünlüğe, insan haklarına, eşitliğe, hukuk devletine, millet egemenliğine, demokrasiye, laikliğe aykırı program ve eylem; diktatörlüğü savunmak, suç işlemeye teşvik.

Bunların arasında “terörle bağlantı” yok. Oysa Başkan “Partinin eylemleri, terör örgütüyle bağlantıları ile birlikte değerlendirildiğinde…” diyerek sürekli terör’ün altını çizmekte. Eskiden “bölücü” der, kapatırdı; bu yeni bir şey. Bölücülükten kapattığında, AİHM’nin hep ihlal kararı verişinden olmasın? Cemil Çiçek’in terörle ilişkiye vurgu yapan demeci kafaları bulandırmıyor mu? Mülkiye’den Dr. Kerem Altıparmak’la konuşuyoruz: AYM terörden kapatsa Anayasa 68/4’e oturmayacak, bölücülükten kapatsa AİHM’ye uymayacak. Bir çare bulması lazım, “DTP, teröre yataklık yoluyla bölücülük yapmıştır” gibilerden bir gerekçe yazmak, mesela. Böylece Anayasa’ya yönelik olarak “Ben bölücülükten kapattım”, Avrupa’ya yönelik olarak da (Batasuna kararının ipine sarılıp) “Ben terörden kapattım” mesajını vermiş olacak. Yani: “Uysa da kapattım, uymasa da kapattım”.

Batasuna kararını da hemen açalım, çünkü bazıları fena istismar ediyor. Karar, “Her neyi savunursa savunsun, yeter ki şiddete başvurmasın” diyen İspanya için alındı. Burası Türkiye. “Farklı”yı savunmak barışçıl yöntemlerle de mümkün değil. Öcalan’a “Sayın” diyen bile “suç ve suçluyu övmek”ten altı ay yiyor.

İşin içinden nasıl çıkacak?

Şimdi AYM bazı devedişi gibi sorularla karşılaşacağa benzer:

1) DTP’den önce kapatılan partiler PKK’yla farklı bir ilişkide miydi? Şimdi niye farklı söylem? AİHM’den dönmesin diye mi?

2) Çok aşikar: Kürtlere her şey denebilir ama “bölücü” denemez. İçlerinden en “aşırı”sı federasyoncu. İzmirli işadamları Kürtlerden çok daha bölücü. Kaç kere kulaklarımla duydum: (affedersiniz) “S..tirsinler gitsinler, vize koycaz!”. Ve bir de: “Bu herifler olmasaydı milli gelir ne biçim yüksek çıkardı!”

3) Batasuna kararını gerekçe yapmak, “Atın önüne et, itin önüne ot koymak” tabirini hatırlatmıyor mu?

4) 68/4’teki koşullar kapatmaya yeterli değil; md. 69/6’ya göre bir de partinin “fiillerin işlendiği odak” haline geldiğini göstermek lazım. Oysa, Başsavcı Yalçınkaya’nın “odak imal listesi”nde “molotof kokteyli atmak” gibi durumlar hamamdan hamile kalmak kadar nadir; büyük çoğunluğu “mitingde slogan atmak” türünden (bkz. Milliyet, 12.12.09). Harvard’da tanıştığım genç arkadaşım Burak Tekin iddianameden kimi “terör odaklıkları” özetlemiş, bir bakın: Bir DTP üyesinin mezara Öcalan resmi asması, bir ötekinin cenazeye katılması, bir ötekinin Kürtçe “Şirin Apo, kahramanımızsın sen” şarkısını söylemesi, bir ötekinin başbakana Kürtçe mektup yollaması, Adalet Ağaoğlu’nun İHD’den istifası (yani “İHD ile DTP kardeş, o zaman DTP ile PKK’nın bağı sabit olmuştur” mantığıyla Yalçınkaya iddianameye bir Ek-8 koymuş), DTP’li bir belediye başkanının “Sözde Kürdistan şeklinde bir havuz yaptırması”. Bu son ikisi ve özellikle de sonuncusu özellikle hoş, tabii.

Başsavcının niyeti

Niyet, kısmetten önemliymiş. Yine Mülkiye’den Dr. Murat Sevinç uyarıyor: Siyasi Partiler Kanunu 102/2, dava tarihinden iki yıl öncesine kadar olan ihlaller için Başsavcı’nın partiye önce bir ihtar yollamasını öngörüyor: “İhlalcilere hemen işten el çektir yoksa dava açarım”. Buradan, çok önemli bir şey çıkmakta: Yalçınkaya’nın niyeti. Çünkü zamanında ihtar falan yollamamış, beklemiş, sonra da “şu şu şu ihlaller yapılmıştır” diye kapatma süreci başlatmış. Bir başsavcının amacı siyasetin hukuka uygun işlemesini sağlamak mıdır yoksa kendi şahsi ideolojisine uymayan partileri böyle yöntemlerle kapattırmak mı? Başsavcı tutarlı aslında; selefi Vural Savaş’ın “militan demokrasi” dediği şeyi uyguluyor.

Dahası, kendimize sormamız lazım acilen: Bizzat Anayasa 68/2 tarafından “siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” sayılan partileri kapatma yetkisi, kendi ideolojisine uymayan partileri durmadan kapatmaya soyunan tek bir hukukçunun kararına nasıl bırakılır? Hele de bu “tek hukukçu geleneği”, insan haklarından (ayrımcılık, soykırım savunusu, demokrasi ve insan hakları karşıtlığı nedenleriyle) tek bir dava açmamışken?

Düşünce özgürlüğüne paydos

DTP bir de sessiz kalmak yüzünden kapatılıyor. Mesela, Hikmet Fidan cinayetini kınayacak bir şey söylememesi suç sayılıyor. Galiba Başsavcı ve AYM yine Batasuna kararından kuvvet almaya çalışıyor. Bu konu çok önemli. Bir örnek vereyim: Bendeniz, saçmasapan saldırılara asla cevap vermem; aynı seviyeye düşmek addederim. Mesela geçenlerde, R-2’deki 20.12.09 tarihli yazım üzerine Almanya’dan bir “sosyalist” beni Kürtlere karşı “latent ırkçılık”la suçladı internette. Cevap vermeyince latent ırkçı mı oldum? Ama DTP cevap vermeyince suçlu oluyor. Veya, cenazelerin üzerinden toprağa değer gibi jet uçurmaya, cezaevinde makata cop sokmaya, hayalara kurt köpeği saldırtmaya, köy yakmaya vs. “devlet terörü” diyememek yüzünden “örgüt terörü”nü açıkça kınamaya objektiflik duygunuz elvermediği için susuyorsanız, suçlu mu olacaksınız?

Burada da Dr. Altıparmak’ın ortaya attığı kimi sorular var: Eğer susmalara anlam atfedeceksek, bir cumhurbaşkanımızın “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” ifadesini nereye sokacağız? Son yıllarda hızla artan travesti cinayetlerini açıkça kınamayan partiler açısından da sonuç çıkartılması gerekmez mi? Hiç, “sükût ikrardan gelir” geçerli olur mu hukukta? Olursa, masumiyet karinesi tersine çevrilmiş (yani bir sanığın suçluluğunun değil masumiyetinin kanıtlanması gerektiği kabul edilmiş) olmaz mı?

“Siyasetçilerin davranışları genelde yalnızca eylemlerini ve söylediklerini değil, bazı koşullarda söylemekten kaçındıkları ve sessiz kaldıkları durumları da içerir”(Batasuna kararı, paragraf 88) hükmü, ayrılma dahil her şeyin ifade edilebildiği İspanya bağlamında verilmiş iken, bu “susma”yı cımbızla seçip Türkiye’ye uygulamak sadece AİHS md. 10’daki ifade özgürlüğünü değil, md. 9’daki düşünce özgürlüğünü de bitirmiyor mu? Konuşmaktan korkuyoruz, tamam. Ama düşünmekten de korkacaksak, çekiver ipini gitsin der insanlar ve ülkenin çivisi çıkar.

Not: Bu olayda medya çok kötü sınav verdi. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliklerinin düştüğünü yaydı. Oysa, 1995’te değiştirilen Anayasa md. 84’ün fevkalade açık hükmü nedeniyle, gerekçeli karar Resmi Gazete’de yayınlanmadan milletvekilliği asla düşmez; şu anda (30.12.09)

Türk ve Tuğluk milletvekilidir. Sebebini anlayamadığım bir biçimde, DTP de düşmüş gibi davranıyor nedense. AYM’ye gelince, parti tüzel kişiliğine TV kameraları önünde gerekçesiz son verme gibi çok tartışmalı bir tavrı ısrarla sergiliyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı