Baskın Oran

Nasıl maça gittim…

Bizim evde, başka evlere oranla biraz acayip bir düzen vardır.

Bir kere, (ama bu, bugünkü konumuz dışıdır), her evde ufak tefek karı-koca kavgası olur.

Bizde ufak çapta dırıltı bile çıkmaz ve yazarınız, asla dırıltı çıkarmayan bir kadınla dırıltı çıkaracak kadar da hıyar değildir.

İkincisi, (bu, bugünkü konumuzun ta kendisidir), her evde koca durmadan maç seyreder, kadın bundan şikayet eder.

Bizim evde maçları kızım Neyran kendi odasında izler, Feyhan ise benim çalışma odamda kulaklık takarak seyreder. Ben de, arkam dönük, bilgisayarda çalışırım. Tek şikayetim, (nasıl da şımarığım ama!) Galatasaray gol attığı yada kaçırdığı zamanki çığlıklara zıplayışımdır.

Geçen cuma Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Kupası oynandı. En zevk aldıkları şeyi bana bu kadar zarar vermeden yapan kızlara kıyak olsun diye onları ilk defa Ankara’da bir maça götürmeye karar verdim. Ben de 14 yaşımdan bu yana maça ilk defa gideceğim.        Bugünkü konumuz, bu maç maceramızdır. Lütfen, okudukça,

“Ne var ulan bunda, maç tabii  böyle olacak” gibi ukalalıklar etmeyin; çok çeşitli nedenlerle futboldan günahı kadar hoşlanmayan bir herifin gözlemleri olarak dinleyin, o kadar. En olmazında küfredersiniz; sanki umurumdadır, safanız olsun.

Stada girişimiz

Cebimdeki bozuk paraları Feyhan’ın ihtarı üzerine evde bırakarak üç saat öncesinden 19 Mayıs’a vardık. “Daha az küfür” olduğu için kapalı gişesini arıyoruz, yanımıza koşarak bir haşerat geliyor:

“Abi, abi, bilet alırken 400.000 liramız eksik çıktı. Atsana bi 400.000!”

Derhal püskürtüyorum, valdesinin hatırını sorarak.

Gişeyi bulduk. Üç tane çakal yolumuzu kesti:

“Abi, İstanbul’a geri dönüyoruz, biletlerimizi satmak zorundayız”.

Hah, bu pezevenkler karaborsa bilet satıyorlar. Hıyarlar. Hemen soruyorum:

“Kaç paraymış?”

“3.000.000 lira abi”. Tamam işte, karaborsa. Üç milyona yılbaşı balosu bileti mi bu ulan! Şeyimi alırsınız! Dosdoğru gişeye yürüyorum:

“Kaç para tanesi?”

“3.100.000 lira!”. Vay be, oğlanlar daha ucuza satıyorlarmış. Demek ki doğru söylemişler. Gidiyorum, onlardan alıyorum. İlk adımda 300.000 kardayım. Ama, küsurat acayip. Giriyoruz.

Oturuşumuz

İçerisi mahşer. Herkes üst üste. Mucize kabilinden üç tane yer bulup oturuyoruz. Karşıdaki açık tribüne bakıyorum, sürüyle boş yer var. Bu arada, hiç yer kalmadı, sürekli insan seli gelmeye devam ediyor.

Bir süre sonra, Feyhan söyleniyor:

“Bunlar kapasitenin üzerinde bilet satıyorlar, nasıl iş!”

Ve o anda ayılıyorum. Filmi geri sarıyorum, görüyorum ki kapıdaki herif biletleri ne yırttı, ne de bize geri verdi. Bilin bakalım ne yaptı? Stad yetkilileri, sizin bu konuda bir fikriniz var mı? Yok mu? Ha? Ha? Açık tribün tabii boş olur. Biletleri daha ucuz!

Birer yer bulup oturmuştuk ya, maçın başlamasına daha 1 saat var, bikaç herif çıkıp top vurmaya başladılar. Haydii, herkes ayağa kalkıp koltukların üstüne tünedi. Bizim kızlar da. Ben oturuyorum. Zaten belim bu günlerde berbat, mümkün değil iki buçuk saat ayakta durabilmem.

Seyredişimiz:

Maç başladı, bütün millet tünemeye berdevam. Ayaklarınız kırılsın da, biyerlerinize girsin de çıkmasın inşallaaah.

Önüm, arkam, sağım, solum duvar. Ben oturuyorum. Oturacağım da. Hiçbişey gördüğüm yok. İpimdeydi!

Ama, vaktaki arkamdan bir ses geldi, alay ediyor:

“Buraya oturmaya gelmiş!”

Zaten canım burnumda, geri dönüp sesin geldiği öküze doğru ölümüne hırladım:

“Bişşey mi dedin kardeşşş???”

Yeterince ölümüne hırlamış olmalıyım ki, arkadaki hayvan cevap vermedi. Üstüne alınmadı. Kabararak geri döndüm.

Bu arada ayaklarım hurdahaş, çünkü eşşoğlueşşekler, ağızlarına kovayla, hadi Baskın sen aile terbiyesine sahip çocuksun, kovayla tükürdüğümün develeri devamlı önümden geçiyorlar ve devamlı ayaklarımı çiğniyorlar. Çünkü herkes oturulacak yerlere çıkmış, oturulacak yerlere oturan bir tek ben varım. Arasıra, Neyran’ın çaktırmadan annesine sorduğunu duyuyorum:

“Oturuyor mu, anne?”

Tabii maç bir de uzadı. Neyse kardeşim, nihayet bitti, çıktık.

Böyle bitişlere edebiyatta “non-climactic” derler. “Orgazmsız” diye çevirebiliriz. Yani, öyle birdenbire, fazla sakin, hadisesiz biten öykülere.

Ama benim için non-climactic bitmedi. Eve gelince Feyhan:

“Kocacım, bu kadar sıkıntı çekeceğini bilsem asla gitmek istemezdim. Sana bir daha bu ıstırabı çektirmeyeceğim, söz!” dedi.

Ben de, Galatasaray Ankara’ya geldiği zaman karımla kızımı numaralıya götürmeye, sonra da bitince gelip almaya söz verdim.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı