“Tekbir eşliğinde kurşun yağmuru”, “Allahın askeriyim diye haykırdı ve tetiği çekti” ve “Sezer: Saldırı demokratik ve laik Cumhuriyete” türünden haberlerle başladı. Arkasından da “Anıtkabir’e 120.000 kişi yürüdü” diye devam etti.
Derken olay, “birtakım eski askerler”in azmettiricilikten aranmasına dönüştükten hemen sonra, aniden renk değiştirdi. Daha Org. Özkök “Tepkiler günlük değil, daimi olmalı” diye demeç veriyor ve Cumhurbaşkanı Sezer’den destek görüyordu ki, aynı günün gazetelerinde saldırgan avukat Alpaslan Aslan’ın dincilikle ilgisi olmadığına, ama kuruluşunda emekli paşaların yer aldığı Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi’yle ilişkili bulunduğuna dair haberler çıktı.
***
Arkasından musluklar, daha doğrusu künkler patladı. Anında oluşan birikintinin içine dolmayan kalmadı: Cumhuriyet gazetesine ardı ardına üç bomba atanlar. Daha önce eski İHD Başkanı Akın Birdal’ı vuran Türk İntikam Tugayı (TİT). Bilgi’deki Ermeni Konferansında ve H.Dink-A.Engin duruşmasında sanıklara ve avukatlara saldıranlar. Çek-senet mafyacıları, hırsız ve gaspçılar. Türk Mukavemet Tugayı. Kızılelma Koalisyonu. Susurluk’un en önemli ismi olan ve olaydan sonra tuğgeneralliğe yükseltilen Veli Küçük. Tuğrul Türkeş’in partisinin çizgisini sürdüren Ata Ocakları. Türk Solu dergisi. Sauna Çetesi failleri. Ülkücü Sedat Peker’in avukatının yanında yapılan stajlar. Evlerden ve kasalardan çıkan gizli Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri…
Derken, azmettirici olarak aranan eski yüzbaşı “Albay” Muzaffer Tekin kendi ayağıyla geldi. Daha doğrusu, “kimlikleri saptanamadan ortadan kaybolan” ve sonradan yakalandıklarında eski asker (biri binbaşı, diğeri başçavuş) oldukları öğrenilen iki şahıs tarafından, “kalbinin altında bir bıçak yarasıyla” Acıbadem Hastanesine bırakıldı.
Susurluk’un hemen ardından Çatlı’nın cemaziyelevvelinin ortaya çıkması gibi; Muzaffer Tekin’in 1979’da Tuzla’da gazino basmak nedeniyle ordudan ihraç edildiği, İslamcılıkla hiçbir ilgisinin bulunmadığı, koyu Ülkücü olduğu, 1974’te Kıbrıs’ta görev yaptığı, KKTC’ye çok sık gidip geldiği, R.Denktaş’tan altın madalya aldığı öğrenildi. 21 Mayıs tarihli Hürriyet’te yayınlanan fotoda ise, Tekin’in Kadıköy’deki apartman dairesinin sokağa bakan pencerelerinin iyice küçültüldüğü ve bilgisayar odasının dış cephesinin saç kaplatılarak “zırh”landığı görülmekteydi.
Danıştay cinayeti sanığı avukat Aslan’ı tamamen unutturacak kadar ilgi çeken Tekin’in “babadan özel harpçi” olarak nitelenmesinin nedeni ise, zamanın Gn.Kur.Bşk. Org. Cemal Tural aleyhinde yazan ünlü gazeteci İlhami Soysal’ı 1966’da kaçırıp döven Yarbay Salih Raci Tekin’in oğlu olmasıydı.
Bu yazının yazıldığı 23 Salı günkü gazeteler, “kendisini on yıldır tanıyan” Emekli Astsubay O.Yıldırım tarafından verilen bilgileri yayınladılar: “Son Canavar” lakaplı M.Tekin, Tuğgeneral Şadi Çetinkaya tarafından “Atatürk’ten sonra en büyük asker” olarak nitelenmekteydi. “Vatanını ve milletini seven bir insan olarak, bu suçlamaları kendisine yediremediği için” intiharı denemişti.
Bütün gazetelerin birinci sayfasında ise, kendisinin, Susurlukçu İbrahim Şahin’i koluna girerek cezaevinden çıkaran ve ayrıca Veli Küçük’ün elini öpen fotoğrafları yer alıyordu.
***
Künklerin güldür güldür fışkırmaya devam ettiği bir sırada şu geçici bilanço yapılabilir:
1) “Laik devlete saldırı” diye başlayan olayın İslamcılıkla ve türbanla değil, yalnızca Ülkücü mafyayla ve ırkçı sağla ilişkili olduğu anlaşıldı. Zaten, bu yüzdendir ki büyük gazeteler artık “Susurluk İzi”, “Susurluk’tan Beter” ve “Ergenekon Yapılanması” gibi manşetler atıyorlar.
Tam tersine, şu anda görüldüğü kadarıyla olayın hedefi, AKP iktidarı ve Tayyip’in cumhurbaşkanlığı hevesi.
2) Bu olay, “Derin Devlet’in Üçüncü ve Büyük Fiyaskosu” olarak tarihe geçebilir. Çünkü son zamanlarda iktidardaki partinin ve ayrıca Emniyet’in üzerine fazla gidildi (Şemdinli için “Hırsız evin içinde” diyen Emniyet İstihbarat Da. Bşk. Sabri Uzun’un görevden, Org. Büyükanıt’tan bahseden Van Savcısının ise meslekten atılmasını anımsayın). Köşeye sıkışan kedi, canını dişine takabilir. Olayın üzerine bu sefer gidebilir. Nitekim, görülmedik hızla seyrediyor her şey.
Netice-i kelâm, bu korkunç olay, Türkiye demokrasisi açısından mutlu sonuç verebilir. Baba Diyalektik!
3) Bir gazetecinin bu olay için “Türkiye Cumhuriyetinin 11 Eylül’üdür” demesi, Bush’un 11 Eylül’ü nasıl kullandığı açısından pek ilginç. Tabii, Afganistan ve Irak işgallerinin yerine eskilerin “Gücük Ay” dediklerinin 28’ini koymak şartıyla.
4) Alla turca’nın “alaturka” biçiminde yazılması halinde hatırlatacağı “rahatlama” mahalli, bu “derin girişim”in tarihteki yerini tahmin etmemizi kolaylaştırabilir.