Baskın Oran

Türkiye’yi kurtaracak icat

1950’de babam bir Beyaz Rus’tan Alsancak’ta iki katlı bir Rum evi aldı. Göztepe’deki kira evimizden oraya geçişi anımsamıyorum; fazla küçüktüm. Ama çok iyi anımsıyorum ki eve yerleşir yerleşmez büyük bir sıkıntıya battım: İki ayakyolu da alafrangaydı. Oturamıyordum. Pis olduğundan değil, üstüme veya ahşap oturak yerine bulaştıracağım korkusundan. Epey bir süre üstüne tünedim. Zor alıştım.

Onun için, tüneyenleri anlıyorum. Tabii, kapağını kaldırarak.

Büyük icat

9 Aralık tarihli gazetelerde büyük bir icadın fotoğraflı haberi çıktı. Antalyalı girişimci mühendis Ercan Evren, alafranga tuvaletleri alaturka gibi kullanmaya olanak verecek bir düzenek yaratmış. Alafranganın etrafına at nalı biçiminde bir basamak konuyor ve onun üzerine tüneniyor. Bu kadar basit ve başarılı bir tasarım olabilir. Tam bir “Kristof Kolomb Yumurtası”. Üstelik de, kırmadan.

Büyük önemi hijyenik olmasından değil, bağdaştırıcı oluşundan. İki karşıt tarafı, fedakarlığa zorlamadan birleştiren bir model karşısındayız. Bu mantık genelleştirilse, bu ülkedeki bir sürü saçmasapan inat bitecek. Çünkü alaturka tuvalet bir tez, alafranga antitez, bu icat bir sentez. Yani, tezden de antitezden de farklı ama onların birleşmesiyle oluşan bir çözüm.

Bu memlekette sana zarar verse bile inat esas, uzlaşmaysa çok istisnaidir. Hacca gidebilmek için aşı yaptırmak gerek. Ama birçok hacı, iğne yapılacak yer alkollü pamukla dezenfekte edildiği için aşı yaptırmak istemiyor. Böylelerine çıkış izni vermesen ibadet özgürlüğünü kısıtlarsın. “Git de geber” deyip yollarsan kamu sağlığına ve düzenine aykırı davranırsın. Oysa çözüm basit: Antalyalı mühendisin yöntemini izlemek ve aşıyı yaparken alkollü olmayan bir dezenfektan kullanmak.

Peki, ya hacı adayı bu yönteme de razı gelmezse? İşte o zaman çıkış yapmasını önlersin ve kimse itiraz edemez.

İnadım inat…

Fevkalade “Ortadoğulu” olan bu “inat kültürü”, AKP’li Avni Doğan’ın “Bizim kültürümüz tektir, adı da Türk-İslam kültürüdür”üyle (Radikal, 07.12.07) birleşince ibadullah bela üretiyor.

Mesela, Cuma namazı. “Dinciler” bu namazı çalışma saatleri içinde kılmak için kendilerini paralıyorlar, “laikler” de bu namazı hiç kıldırtmamayı başarabilseler iftihar edecekler.

Hem çağdaş hem iyi bir Müslüman olan, elli yaşından sonra gidip yerinde İngilizce öğrenmiş dostum Yılmaz Ensaroğlu’na da doğrulattım: Cuma namazının vakti öğle namazının vaktidir. Bu vakit de güneş tam tepemize vurduğu andan yaklaşık 45 dakika sonra başlar, ikindi vaktine (bir eşyanın gölgesinin eşyanın iki katına ulaştığı ana) kadar uzanır. Yani öğle ve/veya Cuma bu arada herhangi bir vakitte kılınabilir. Yaklaşık 2,5 saatlik bir zaman dilimi.

Bu durumda, istenirse Cuma namazı vakti dine uygun olarak değiştirilebilir. Nitekim, internete girin, örneğin 02 Kasım 2006 tarihli şu haberle karşılaşacaksınız: “Ankara Müftülüğü yaz saati uygulamasının sona ermesi nedeniyle Cuma namazı saatinde yeni düzenlemeye gitti. Buna göre, şu günlerde saat 11.40 dolayında okunan öğle ezanı, yarından itibaren Cuma günleri Ankara’da bir süre saat 12.00’de okunacak”.

Kaldı ki, T. Erdoğan’ın Cuma’ya yetişebilmesi için geçenlerde Denizli’de ezanın 15 dakika geç okunduğu (www.dizi-tr.com) ve Mart 1986’da da T. Özal’ın yetişebilmesi için yine Cuma namazının Hacettepe Beytepe kampüsünde 30 dakika geç kılındığı da (http://forum.kanka.net/archive/index.php/t-443336.html) ayrıca malum.

Bu durumda, 8 Aralık tarihli medyada çıkan haberi nasıl düşünmek lazım? CHP’li başkanvekili bütçe görüşmeleri sırasında “Cuma arası” vermiyor. Bunun üzerine AKP milletvekilleri toplu olarak kalkıp, 7’si kadın 12 kişiyi “artçı” bırakarak, namaza gidiyorlar. Meğer 5 yıldır Meclis, öğle yemeği arasını Cuma namazı saatine denk getirmekteymiş.

Aldırmadan kalkıp giden AKP’li milletvekillerinin ne düşündüğünü medya yazmıyor. Ama şöyle düşündüklerine eminim: “Cuma’ya istediğimiz zaman gideriz. Zaten 5 yıldır kazanılmış hak”. Yani, Ankara Müftülüğü sorun çıkmasın diye Cuma ezanının okunmasını öğle yemeği tatiline (12.00) alıyor, ama milletvekilleri bir sorun çıkmasından çekinmiyor. Çekip gidiyor.

CHP’li başkanvekilinin bu durumda ne söylediğini de yazmıyor medya. Ama çekip gidenleri kontrpiyede bırakacak ve düşündürecek şu sözleri söylemediğine eminim: “Cuma namazı ikindiye yani 14.28’e kadar kılınabilir. Programdaki gibi 13.00’de ara verdiğimde gider, iki rekâtlık dinsel farizanızı eda edersiniz. Allah kabul etsin”. Yani, bir uzlaşma yaratmak için herhangi bir girişim yapmıyor. (Tabii, bu yazdığım gerçeğe uymuyorsa, yani CHP’li başkanvekili buna benzer şeyler söylediyse, sözlerimi geri alıyor ve kendisini tebrik ediyorum).

İnatların sonucu

Tabii, siviller inatta kafiye tutturunca, askerler tunç kafiye tutturur. Silaha sadece terörist sarılmaz ki; onlar da ara sıra silaha sarılıyorlar. 27 Mayıs 1960’da “Kardeş kavgasına son vermek için” TBMM’yi kapatıyorlar. 12 Mart 1971’de “Anarşiyi önlemezseniz kapatırız” diyorlar ve kapatmaktan beter ediyorlar. 12 Eylül 1980’de bu sefer de “Bölücülük ve irticayı önlemek” için kapatıyorlar. Arkasından 27 Nisan 2007 gecesi “Ulu Önder Atatürk’ün ‘Ne Mutlu Türk’üm diyene’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır” diyorlar ve hızlarını alamayıp ilave ediyorlar: “ve öyle kalacaktır.”

Ulusal iradenin ikide birde bu biçimde yorumlanması yaralara çare olmamış ki son olarak Org. Büyükanıt 11 Aralık’ta, aleyhine Anayasa Mahkemesi’nde yeni açılmış dava bulunan DTP’yi kastedip “PKK Meclis’e girerek legalleşmiştir” diyor.

Çünkü, aldıkları maarif (Ah! Sakallı Celal!) onlara “Vatan mevzubahis olunca gerisi teferruattır” diye öğretiyor. Halkın iradesi, teferruat. Üstelik, 1960 darbesinde TSK İç Hizmet Kanunu Md. 35’le kendi kendilerine verdikleri “Cumhuriyeti korumak ve kollamak görevi” durumu legalleştiriyor.

Bu demeçle Org. Büyükanıt ulusun iradesini hiçe saymakla da kalmıyor. Şu 5 suçtan en az birini işliyor:

1) DTP’nin terörist olduğunun kanıtı elindeyse, bunu savcılığa bildirmemek suçu (TCK md.284/3 gereği 1,5 yıla kadar hapis);

2) Kanıtı yoksa, milletvekillerine hakaret suçu (TCK md.125 gereği 2 yıla kadar hapis ve ayrıca para cezası);

3) Kanıtı yoksa, TBMM’ye alenen hakaret suçu (TCK 301/1 gereği 3 yıla kadar hapis);

4) Kamu görevlilerine siyaset yasağını ihlal (211 s. TCK İç Hizmet Kanunu Md. 43; ayrıca 1632 s. Askerî Ceza Kanunu md. 148/C gereği 5 yıla kadar hapis);

5) Kovuşturma sürerken mahkemeyi etkilemek amacıyla beyanda bulunmak suçu (TCK md.288 gereği 3 yıla kadar hapis)

Ben söylemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti kanunları söylüyor. Açınız, bakınız. Genelkurmay başkanının anayasada dokunulmazlığı varsa, onu bilemem.

Şimdi gördünüz mü bu tuvalet icadının önemini?

 

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı