Baskın Oran

“Mülkiye öğrencilerinin yüzde kırkı İmam-Hatip Okulu kökenliymiş”

Kemalist kamuoyunda son zamanlarda iyice yaygınlaşan  bir kanı bu. Bu kanının yaygınlaşmasına, en çok, Mülkiye’nin üzerine titreyen ve “kalenin içerden fethedilmesinden” çekinen eski  Mülkiyeliler yol açıyor.

Bu arada, Mülkiye mezunları fena halde heyecanlanırken, hocalar da durumun yanlış değerlendirilmesinden huzursuzlanıyor. Çünkü, kendi deneyimlerimden çok iyi biliyorum, bu kanıya dayanarak yapılan eleştiriler  bu durumdan nedense Fakülte’yi ve hocaları sorumlu tutar nitelikte.

Geçenlerde, Kasım ayında bir yazı yazmış, bizim Fakülte’de İslamcı fikirleri savunmak için Fakülte içi dernek kurmak  isteyen ve benim bu konuda yardımımı rica eden İmam-Hatipli (İ-H) iki gençle konuşmamı aktarmıştım. (Okumamış olan ve merak edenler için iki sözcükle özetleyeyim, demokrasiye inanan herkesin örgütlenme özgürlüğüne inandığımdan, bu çocukların demokrasiye inançlarını ölçmek için en radikalinden  giderek şu  bağlamda bişey söylemiştim:  “Başkalarının mini etekle okula gelme, sinemalarda sansürsüz erotik film seyretme,  eşcinsel kulüplere gitme vb. özgürlüklerini de destekliyorsanız, yardımcı olurum.”  Buna, “Olamaz,  dinimize aykırıdır”  bağlamında bir yanıt alınca da, beni  bağışlamalarını rica ederek isteklerini  geri çevirmiştim.)

Benim bu yazımdan söz edenler arasında özellikle, Mülkiyeli dostum (hatta, abim) Hıncal Uluç’un Sabah’daki yazısı Fakülte’de çenelerin epey yorulmasına yol açtı. Hıncal Uluç, Mülkiye’nin üzerine titrediği için biraz fazla titiz ve aceleci davranmış, onu okuyanlar da Mülkiye’nin “elden avuçtan gittiğini” düşünmüşlerdi. Ben bugün,  nesnel durum üzerine biraz bilgi vermek ve bundan sonra yapılacak yorumların daha sağlıklı olmasına katkı yapmak istiyorum.

Önce, sözünü ettiğimiz konuyu bilelim. Sayılar şöyle:

SBF’ye bu yılki (1993) girişte  toplam 650  öğrenci alınmıştır. Bunların arasında İ-H kökenli olanların mevcut altı bölüme dağılımları şöyledir: İktisat: (1), İşletme: (5), Maliye: (8), Çalışma Ekonomisi: (4), Uluslararası İlişkiler: (11), Kamu Yönetimi: (22).

Bu öğrencilerin toplam sayısı 51, girenlerin tümüne oranı  ise yüzde 8’e yakındır.  Mülkiye’nin 3000’in üzerinde olan tüm öğrenci sayısı içinde İ-H kökenlilerin sayısı  da 200 dolaylarındadır ki, bunların tüme oranı   yüzde 6’dan biraz fazladır.

Şimdi, doğru verilere sahip olarak, gözlemlere geçebiliriz.

1) Yukarıda verdiğim sayı ve oranlardan görüldüğü gibi, “Mülkiye öğrencilerinin yüzde 40’ı İmam-Hatip kökenlidir” kanısının gerçekle uzaktan-yakından bir ilgisi yoktur. Kaldı ki, mevcut oran, başka fakülte ve üniversitelerde büyük olasılıkla daha yüksektir.

2) Bu kanı gerçek olsaydı bile, SBF’nin bundan sorumlu tutulması mümkün olamazdı. Çünkü, bütün üniversite öğrencileri gibi, bu Fakülte’ye girenler de ÖSYM sınavından gelmektedir ve bu sınav herkesin kabul ettiği gibi, alabildiğine  nesnel bir sınavdır. Girenler, bileklerinin  hakkıyla girmişlerdir.

3) İ-H kökenlilerin rağbet ettiği Kamu Yönetimi bölümü, Türkiye’de benzerleri arasında en yüksek puanla öğrenci alan bölümdür. 398.000 öğrenci arasından, sosyal puanı en yüksek 1000 kişi içinden 100 kişiyi seçerek alır.

4) İ-H kökenli öğrenciler, çok çeşitli nedenlerle (disiplinli olma, çalışkan olma, eğlenceye fazla vakit ayırmama, tarikatlarınca özel yetiştirilme vb.), genellikle başarılı öğrencilerdir. Mülkiye’de, eskiden olduğu gibi, bugün de öğrencinin şu veya bu kökenine değil, başarısına bakarak not verilir.

5) Bu öğrencilerden hepsi de, “Dinimize aykırıdır” diye çağdaş özgürlükleri reddeden nitelikte çocuklar kesinlikle değillerdir. İçlerinde böyleleri olduğu gibi, din kavramını yalnızca bir inanç ve kişisel   tercih olarak  anlayanlar da vardır. Ayrıca,  İ-H kökeniyle ilgisi olmayan kimi öğrencilerin de çağdaş düşünüş biçimine aykırı düşebildikleri görülmektedir.

6) Önemli olan, İ-H kökenli olup olmamak veya dine inanıp inanmamak değildir. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Dr. Lütfü Doğan da dindar bir adamdır ama, alabildiğine çağdaş bir kafaya sahiptir.  Önemli olan, üniversite ve özellikle de SBF açısından, bu çocuklara çağdaş bilgiler sunmak ve her konuda eleştirel düşünmeyi öğretmektir.

7) Üniversitelerin eleştirilecek yönleri dizboyudur. Ama, İ-H kökenlilerin büyük çoğunluğunun 21.Yüzyıl dünyasına 7. Yüzyıl gözlükleriyle baktığı düşünülüyorsa, bundan sorumlu olan üniversiteler değil, devlettir. Çünkü İmam-Hatip okulları devletin resmî okullarıdır ve bu çocuklar  “Kur’an böyle diyor” veya “Kur’an böyle demiyor” cinsinden bir ortaçağ kafasına sahiplerse, bu kafayı 12-18 yaşları arasında, yani en etkilenecekleri yıllarda bu resmî okullarda  edinmişlerdir. 18 yaşından sonra da, özellikle devletin en  büyüklerinin oy kapmak  uğruna dincilere hoş görünmek için birbirlerini ezdikleri bir ortamda, bu çocukları açık zihinli olmaya alıştırmak biraz zordur.

8) Eğer, gelecekteki kaymakamların çağdaşlık dışı yönetimlerinden endişe ediliyorsa, bunun da sorumlu makamı devlettir.

Bakın, size bir örnek vereyim de, fazla uzun sürdü,  artık bu konuyu bitirelim:

Şu anda kaymakamlık kursu gören 80. Dönem kaymakam adaylarından bazıları, 657 sayılı yasaya tabi memur oldukları halde, eğer kendi inançlarına uygun düşmeyen çağdaş bir dersi gürültüyle kalkıp terk etmek cesaretini kendilerinde buluyorlarsa, durumu sorumlu İçişleri Bakanlığı makamına bildiren hocaya da, bu makama bakan amir,  “Kursiyerler de sizden şikayetçi efendim!” demek küstahlığını gösterebiliyorsa, ne durumda olduğumuz  ve bundan kimin sorumlu olduğu fazlasıyla bellidir. Vesselam, efendim.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı