Ben iyimser adamım. İyimser adamların da umutsuzluğa kapıldığı olur. Bunlardan birini 15 Temmuz Pazartesi günü Ankara’ya gidip katıldığım Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) toplantısında yaşadım. Çünkü süpürgenin üzerine pislendi. (Bu deyim, 1960-63 arasında okuduğum İzmir Atatürk Lisesinde edebiyat hocalarımdan Kalın Behçet’indir. Öğrenci çok temel bir yanlışlık yapınca, “Höst! Süpürgenin [temizlik aletinin] üstüne pisledin!” diye bağırırdı).
Umudumun kırılması da ondan zaten. İHDK, insan hakları konusunda devlete fikir versin, insan haklarını geliştirme yönünde etki yapsın diye geçen yıl kuruldu. İlgili devlet memurlarından, sivil toplum kuruluşu (STK) temsilcilerinden, bir de ilgili akademisyenlerden oluşan üçlü bir yapısı var. Henüz, el yordamıyla yolunu bulmaya çalışıyor. Size Pazartesi’den kimi sahneler aktarayım da, Kalın Behçet’i (niçin “Kalın” dendiğini başka zaman anlatırım) niye hatırladığımı anlatmak kolay olsun.
* * *
SAHNE VE KONU: Kurul Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu, bu yıl içinde bir İnsan Hakları Kurultayı yapmayı öneriyor. Tarih olarak da 10 Aralık’ı veriyor.
(Bir üye, STK): “10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü. O gün resmî anma da var, başka toplantılar da. Konuşacak adam bulamayız”.
(Kaboğlu): “Ayrı olmayabilir, hep birlikte yapabiliriz”.
(Bir üye, STK): “Devletin resmî kutlama töreniyle birlikte yapmak doğru olmaz”.
(Bir üye, STK): “Evet, bu sakıncalı olur”.
(Ben): “Geçen yıl devletin bu kutlama töreninde şehitler için 1 dakika saygı duruşu yapıldı, ardından da İstiklal Marşı çalındı. Bu sabah burada da aynı şey tekrarlandı. Burası devlet kuruluşu değil. Tam tersine, bireyi devlete karşı korumak için oluşturulmuş bir kurul. Önümüzdeki 10 Aralık’ta da şehitler için saygı duruşu ve İstiklal Marşı olacak mı?”
(Başkan birinci yardımcısı, STK, oturumu yönetiyor, bir anlık şaşkınlıktan sonra): “Hayır”.
(Bir üye, sonradan başkalarına sordum, temsil ettiği derneğin adını herkes ilk defa duyuyor): “Bu sözleri Baskın Oran hocaya hiç yakıştıramadım. Kendisi bir Türk profesörüdür. Vatan için kanını dökmüş şehitlerimize ve İstiklal Marşımıza ne itirazı olabilir, düşünemiyorum”. (Yüksek sesle mırıldanmalar, protestolar).
(Ben): “Bu türden milliyetçi ritüellere, törenlere, bireyin hakkını korumak için yaratılmış bir kurulda yer olamaz. Milliyetçilik, cemaat’in devamı olarak “grup”u öne çıkarır, insan hakları ise “birey”i. Bu törenler 12 Eylül icadı işler. Daha önce, kendisi salona girince milli marş çaldırmayı ilk defa Napoleon icat etmişti. Genelkurmay’ın geçenlerde İstanbul’da topladığı Küreselleşme sempozyumunda ne şehitlere saygı duruşu yapıldı ne de İstiklal Marşı çalındı; çünkü askerler böyle şeylerden kuvvet almak ihtiyacında değil. Biz hangi ihtiyaçtayız ve kiminle yarış ediyoruz?”. (Mırıldanmalar devam).
* * *
SAHNE VE KONU: Aynı dernek temsilcisinin, özetle, “K.Irak’ta askerlerimize reva görülen muamelenin en sert biçimde tel’ini” için verdiği karar önergesi:
(Ben): “Okunan bu önerge gündemimize bile alınamaz. Çünkü, dünyada hangi kuruluş veya kurul, kendi işlevinin dışına çıkarsa kendini baltalar ve sonunda batırır. Bizim işlevimiz Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini değil, sadece ve sadece Türkiye devleti ile Türkiye bireyi arasındaki ilişkileri sorgulamaktır. ABD’nin ne dostluğa, ne müttefikliğe, ne diplomasiye, hiçbir şeye sığmayan bu adi davranışını görüşmek bizim işlevimizin tamamen dışındadır. İnsan hakları yalnızca devlet/birey ilişkileriyle ilgilidir; birey/birey veya devlet/devlet ilişkileriyle ilgilenmez. Bakınız, bir şey daha söyleyeyim: Bu olay hakkında hiçbir güvenilir bilgi yok ve çok dikkat, büyük olasılıkla bizim Derin Devlet çıkabilir bunun altından. Çünkü daha önce de Azerbaycan’da bir komploya imza attı; sabıkalıdır.
(Oturumu yöneten başkan birinci yardımcısı): “Önerge sahibinin fikrini öğrenelim?”
(Önerge sahibi): “Fikrimizi önergemizde zaten belirttik. Askerlerimiz böyle bir muameleye uğramışken, bizim tepki göstermemiz nasıl engellenir, anlayamıyorum”. (Mırıldanmalar).
(Prof. Turgut Tarhanlı): “Ben Baskın Oran’la aynı kanıdayım. İnsan hakları devlet ile birey arasında dikey bir ilişkidir; bir hiyerarşik ilişkidir. Burada bambaşka, devletlerarası bir durum söz konusu. Konunun insan haklarıyla ilişkisi ancak tek bir noktada kurulabilir: ‘Bu olay hakkında sağlıklı bilgi alma hakkı’. O kadar”.
(Başkan’ın diğer yardımcısı, o da STK): “Bir milletin bağımsızlığını simgeleyen İstiklal Marşına itiraz edemezsiniz!”.
(Ben): “Efendim, milletin bağımsızlığı olmaz; devletin bağımsızlığı olur. Milletin ise, özgürlüğü olur. Artık, isterseniz, siyaset biliminin bu kadar temel şeylerine geri dönmeyelim”.
(Aynı başkan yardımcısı): “Halkın bağımsızlığı olur!”.
(Ben): “Valla efendim, tekrar edeyim; halkın bağımsızlığı değil özgürlüğü olur; bağımsızlık devletlerin sıfatıdır. Ama siz, üstelik başkanlık divanı masasında oturarak bunları söyledikten sonra, bendeniz susarım!”
* * *
Anlatabildim mi niye Kalın Behçet? Çok isterdim, Behçet hoca hâlâ hayattaysa gelsin, değilse yattığı yerden kulak kabartsın, 2003 yılında “insan haklarının tanımı” İHDK toplantısında bile nasıl yapılıyor dinlesin de, yeni bir yorum patlatsın. Ne yorum olurdu ama! “İşimiz çook zor efendim” mi derdi, yoksa özgün üslubuyla “Höst, önce süpürgeyi temizleyin ulan!” falan mı…
NOT: Bugün (Çarşamba) Star gazetesinden Nilgün hanım aradı. “İHDK toplantısında İstiklal Marşıyla ilgili bir tartışma olmuş?” diye sordu. Bu yazıdaki gibi anlattım. Ola ki, Cem Uzan, kendini kurtarma çabası içinde, bir de İstiklal Marşı sömürüsüne sarılacak. Ama, kimbilir, belki de Nilgün hanım beni mahcup eder. “İstiklal Marşı sömürüsüne karşı sesler yükselmeye başladı” diye yazar, kim bilir? Herhalükârda iyi olacak; bu sömürüyü gündeme getirmek için geç bile kalındı.