Sayın Metin Gürdere, Vakıflardan Sorumlu Sayın Devlet Bakanım. Hürmetler ederim efendim.
Dün odama son sınıftan Orta Asyalı bir öğrencim geldi. Bir gazete sayfasını boydan boya koparıp getirmiş. Baktım, 12 Ekim tarihli Gazetepazar’ın 10. sayfası. Ersin Kalkan’la enfes bir röportaj yapmışsınız. Başlığı: “Valla Aşkolsun!”
Vakıflardaki bir rezaleti gazeteciden duyunca söylemişsiniz bunu. Aslında, bu Ersin Kalkan Tokat’ta oturduğunuz evin de vakıf malı olduğunu açıklayınca kendisini kınamak için söylemeliydiniz ama, neyse. Adam hem sizden böyle güzel bir demeç alıyor, hem de…
Ersin Kalkan soruyor: “Lozan’la hakları güvenceye alınan azınlıkların vakıfları, 1936’da çıkarılan bir yasayla büyük darbe yedi. Yeni mülk edinmeleri ve bağış kabul etmeleri yasaklandı. Şimdi bu yasaya dayanarak malları da ellerinden alınıyor. Ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
Aynen şöyle yanıtlamışsınız:
“İşlerin bu duruma gelmesinin nedeni Türk-Yunan ilişkileridir. Yani, mütekabiliyet [karşılıklılık] esasına göre işliyor herşey. Onlar da bizim oradaki [B.Trakya’daki] Türk asıllı insanlara karşı böylesi şeyler yapıyorlar (…) Bizim gözümüzde azınlık vatandaşlarımız, devlete Allah’ın emanetleridir. Onları hukukunu korumak benim de görevim. Ama bir devlet politikası var”.
Tekrar soruyor:
“Ama sayın bakan, sadece Rumlar değil ki. Ermeni, Süryani, Yahudi, Keldaniler de aynı durumda. Sizin mantığınızla hareket etsek, peki onların suçu ne?”
Bu sefer yanıtınız daha enfes:
“Biliyorsunuz yasalar çıkar ve eşit olarak uygulanır. Rumlar için ayrı, Ermeniler için ayrı uygulama yapamayız. Yani kurunun yanında yaş da yanıyor”.
Burada biraz duralım mı sayın bakanım? Anlaşılan çok bilgili danışmanlarınız zat-ı âlinize “brifik” vermişler, siz de ona dayanarak konuşmuşsunuz.
Bendeniz, tabii, onlar kadar bilemem ama, ne de olsa 1981’den beri aralıksız Türk-Yunan (T-Y) ilişkileriyle, özellikle de B.Trakya konusuyla uğraşıyorum ve derslerini okutuyorum. Bir kitapçığım da var. Lütfen söyleyiniz bana sayın bakanım:
“T-Y ilişkileriyle ilgili” dediğiniz bu inanılmaz yasanın çıktığı 1936 yılında, öncesinde ve sonrasında Türk-Yunan ilişkileri nasıldı?
Tabii berbattı, öyle di mi? Öyle olmalı. Ha, dinleyin öyleyse:
1933’ten başlayalım çünkü o yılın 14 Eylül gününda T-Y ilişkilerinin bugüne kadarki en büyük doruğu yaşanıyor: Başbakan Çaldaris Ankara’ya geliyor, T-Y Samimi Anlaşma Paktı yapılıyor. Birbirlerinin sınırlarını başkalarına karşı karşılıklı olarak garanti ediyorlar!
1934’e geçelim. 9 Şubat’ta Balkan Paktına birlikte giriyorlar. 13 Kasım’da Ticaret Anlaşması yapıyorlar. 24 Mayıs’ta T-Y Ticaret Bürosu İstanbul’da açılıyor.
Şimdi “yılımıza” gelelim: 1936’ya. Biyerlerden duymuşsunuz adını, 20 Temmuz’da Montrö yapılıyor ve Yunan delegesi Politis var gücüyle destekliyor. Hatta, bizim dışişleri bakanı T.R. Aras o kadar etkileniyor ki, TBMM’de kalkıyor, “Artık dostumuz Yunanistan’ın da kendi adalarını silahlandırma hakkı doğmuştur” diyor (Tabii, iyi halt ediyor, ama o ayrı mesele).
Devam edelim mi?
Yıl 1937. Mayıs’ta Başbakan İnönü Atina’ya Atatürk’ün “T-Y dostluğu ebedidir” mesajını götürüyor. Ekim’de Mareşal F.Çakmak Atina’da, Mareşal Papagos Ankara’da. Aralık’ta T.R. Aras Atina’da.
Devam? Yok yok, yorulduğum falan yok, devam edeyim. Yıl 1938. Şubat’ta Başbakan Metaksas Ankara’da. Onun ziyaretini C. Bayar ile T.R.Aras iade ediyorlar ve 27 Nisan’da Atina’da on yıllığına T-Y Askerî Paktını imzalıyorlar.
Neyiniz var sayın bakanım? Başınız mı döndü? Durun, 1937 Şubatında üniversitelerde karşılıklı Türk ve Yunan etüdleri kürsüleri kurulduğunu, heykeltraş Athinaios’un bir Atatürk heykeli yaptığını ve Selânik Belediyesinin Atatürk’ün evini satın alıp Türkiye’ye hediye ettiğini unutmuşum.
Sayın bakanım, iyi misiniz?
Ama dinlemelisiniz beni! Gözlerinizi açmaya çalışın. Alın, şu suyu için. Yok canım, ne işkencesi? Size ben ne diye işkence yapayım? Siz demediniz mi, “Herkese eşit muamele, kurunun yanında yaş da yanar”. Ben bunları her yıl öğrencilerime daha uzun anlatıyorum onlara hiçbişey olmuyor da, sizin niye içiniz geçiverdi öyle?
Valla aşkolsun, sayın bakanım…