Geçen hafta Mersin’deydim. Büyük kent üniversitelerine kompleks verecek derecede çalışkan olan Mersin Üniversitesinde bu dönemin dördüncü uluslararası sempozyumu yapılıyordu: “Çok Kültürlülük, İş Göçü ve Küreselleşme”. Ben de “Küreselleşme Emperyalizm(mi)dir Tartışması Üzerine Düşünceler” başlıklı bir bildiri verdim.
Başka bir yazımda bu bildiriyi de, Budapeşte’deki tebliğim gibi özetlerim. Bu hafta size yine Mersin’le ilgili çiçeği burnunda bir haber vermek istiyorum:
YÖK, Mersin rektörünü görevden almak üzere!
Ben oradayken YÖK üç tane soruşturmacı yolladı. Bunlar Rektör Vural Ülkü’nün ifadesini aldılar. Avukatı Hulki Özel’le konuştum, usulsüzlük yaptıkları için itirazda bulunmuş, sayın soruşturmacılar aynen şöyle cevap vermişler:
“İtirazınızı artık Danıştay’a yaparsınız!”
Ben YÖK başkanının yerinde olsam, bu boşboğazlığı yapan soruşturmacılarımı derhal kulaklarından tutar, işten atardım. Çünkü soruşturmanın ne niyetle yapıldığını vakitsiz ele veriyor:
YÖK Başkanı, İzmir’den arkadaşım Kemal Gürüz, Mersin rektörünü eski ve ünlü deyimle “taammüd’en” görevden almaya hazırlanıyor. (“Önceden tasarlayarak” anlamına gelen bu deyim, kimi cinayetler için kullanılır; cezası lâmsız cimsiz idamdır!).
Fakat sayın soruşturmacıların yukarı perdeden konuşmaları buraya kadarmış. Tüm Senato üyeleri, onların arkasından da 200’ü aşkın öğretim elemanı bunları yakalayıp, rektörle birlikte aynı suçu işlediklerini bildiren dilekçeler vermek isteyince, “Bu bizi aşar, biz alamayız” deyip savuşmuşlar.
Bizim Kemal, generallerin şeriatçılara dur demeleri havasına iyi bir uyum göstermiş, taşranın (o Allah belâsını veresi taşra kafasının) şeriatçı rektörlerinden ikisini görevden alarak epey iyi puan toplamayı başarmıştı. Tam, geçmişini unutturuyordu ki, bir çuval inciri berbat ediyor.
Niye acaba?
Çünkü kendine hakim olamıyor.
Bir kere, Karadeniz Teknik Üniversitesinde rektörlük yaptığı sırada kendisine kök söktürmüş olan, şimdi de Mersin’de hocalık yapan demokrat ekibin haddini bu sefer olsun bildirmek ihtirasından kendini alıkoyamıyor. Öfke, hele kin, baldan tatlı oluyor…
İkincisi, Mersin’in tarihsel bir kültür kenti olmasına sığınıp orada bir demokrasi ortamı yaratmaya çalışan bu üniversite, koskoca bir Doğramacı’nın koskoca bir halefi olan kendisine karşı çıkmaya cüret edince, sinirlerine egemen olamıyor. Durum bu kadar basit.
Tabii, bir de, YÖK’e bu başkaldırının başka üniversitelere de örnek olması ihtimalinden korkuyor. Olayı “beşiğinde boğmak” istiyor.
Mersin Üniversitesi ne yapıyor da kafa tutuyor?
Senatosu bir bildiri yayımlıyor. Özetle şunları söylüyor:
“Yasal bütün koşulları tamamladığımız halde, YÖK bizim şu, şu, şu fakülte ve bölümleri açmamıza izin vermiyor”.
“Bir fakültemizin dekan adayları önerisini baskıyla değiştirtiyor”.
“Bazı kişileri atama, bazı üst düzey yöneticileri de görevden alma konusunda rektöre baskı yapıyor”.
“İlanını yaptığımız bir profesörlük kadrosunun adaylardan bir tanesine verilmesi için baskı üstüne baskı yapıyor. Şu sıralarda işe, kendini polis olarak tanıtan bazı kişiler de karışmış bulunuyor”.
“Açacağımız tıp fakültesi dekanlığına aday önerme yetkisi rektörde olduğu halde, YÖK kendi adayının önerilmesi için sürekli baskı yapıyor”.
Ben size bişey diyeyim mi? Mersin Üniversitesi ukalâlık ediyor. Çünkü Senato bildirisinde şikayet konusu yapılan bütün bu hususlar, YÖK sonrası Türk üniversiteleri için normal durumlardır. Bu kadarcık şeyler için hiç mesele çıkartılmaz. YÖK’ün “rica”ları hemen yapılır. YÖK de, onların bölümse bölüm, fakülteyse fakülte açmalarını onaylar. Men dakka dukka.
Sen hem kalk, “YÖK’ün yükseköğretimle ilgili yasa ve yönetmeliklere uymayan bütün bu baskı ve dayatmalarını hiçbir biçimde onaylamadığımızı, Mersin Üniversitesi Senatosu olarak oybirliği ile ilgililere ve kamuoyuna duyururuz” de, YÖK de kalkıp seni “Basın-yayın organları aracılığıyla yanlış ve yanıltıcı beyanlarla kamuoyu oluşmasına sebep olmak ve KKTC’den bir üniversitenin de katılımıyla gösteriler düzenleyerek üniversite ve kamuoyunda infiale sebep olmak”tan görevden almasın. Olacak iş mi?
Yalnız, bana kalırsa bu sefer bizim Kemal’in işi zor.
Çünkü, sadece bu ukalâlarla uğraşmakla kalmıyor.
Sadece, güçbelâ inşa etmeye çabaladığı (ve biçoklarını da inandırmış bulunan!) “İlerici YÖK Başkanı” imajını ilerici Mersin Üniversitesini cezalandırma hevesi uğruna berbat etmekle kalmıyor.
Sadece, büyük kent üniversitelerinden bikaç gün içinde YÖK aleyhinde ve Mersin Üniversitesi lehinde yüzlerce öğretim üyesi ve binlerce öğrenci imzası toplanmasını tahrik etmekle kalmıyor.
Bir de Mersin halkıyla uğraşmak zorunda.
Çünkü, benim Mersin’dan ayrıldığımın ertesi günü, saat 12.00’de İstasyon meydanında bir miting vardı. Tüm kentte asılı ilanlarda şöyle yazıyordu:
“Üniversiteme dokunma! Çetelere dokun!”