Baskın Oran

“Samurai Sendromu”

Ayşe Kadıoğlu, 12 Nisan tarihli Yeni Yüzyıl’da Samurai Sendromu ve MHP başlıklı bir makale yayımladı.

Türkiye’de, “Ben ne yaptımsa devlet için yaptım” diyen kravatsız haydutlara “O, devletimize hizmet etmiştir” diye arka çıkan (erkek veya dişi) kravatlı haydutları deşifre etmek istiyorsanız, bu makalede işlenen “Samurai Sendromu” kavramını biraz düşünün ve geliştirin, bitmiştir.

Önce yazıyı (özüne ters düşmeyen eklemelerle) özetliyorum:

Bir tür Japon şövalyesi olan samurailer, toprak ağalarının kapısında silahlı “koruma” olarak çalışıyor ve buradan ekmek yiyorlardı.

Bir gün geldi, Japonya’da burjuvazi gelişti ve toprak ağalarıyla işbirliğine girdi. Bu tarihten sonra Samurai “beslemek” gereksiz oldu. Konum ve itibarlarını yitirdiler.

Bu değişen değerler dünyasında, önce kullanılmış sonra da dışlanmış Samurailere iki savaş arası Japonyasında gelişen militarizm ve emperyalizm ilaç gibi geldi. Çünkü onların yeniden devreye girip itibar kazanmasına pek uygun  bir faşist ortam yaratmıştı.

Samurailer, bu ortamın en büyük destekçisi ve sürdürücüsü oldular.

1940’lardan beri Panturanizm yapan Türkeş, Türkiye’de 1960’ların sonunda (27 Mayıs’ta kaçırdığı) bir fırsatı sonunda yakaladı. Silaha tapan bir aşiret toplumundan kentlere gelen gençleri aldı, Ülkü Ocaklarının kamplarında “devlete yardımcı” yetiştirdi. Sistem’in “komünizme karşı” onlara ve silahlarına ihtiyacı vardı.

Fakat askerlerin 12 Mart 1971 darbesi, sol’u daha profesyonelce önlemek çabası içinde, kaosu yaratan Ülkü Ocaklarını da kapattı. Türk Samuraileri bunca “hizmet”ten sonra dışlanıvermişlerdi.

İmdatlarına, 1974 Kıbrıs çıkartmasının yarattığı milliyetçilik dalgasının yanısıra, sol’un yeniden güçlenmesinin yarattığı anti-komünist ve (ayrıca) İslamî hava yetişti. 70’lerin sonunda MHP’nin katıldığı koalisyon hükümetleri sonucu Türk Samuraileri iktidarı bile tattılar. Devletin kimi “gizli” örgütleriyle iyice ilişkiye girdiler.  Örneğin, NATO’nun başka Batı ülkelerinde de kurduğu anti-komünist Gladio örgütünün Türkiye “şube”sinin has elemanları oldular.

12 Eylül 1981 askerî darbesiyle tekrar dışlanana kadar. Onları ve silahlarını kullanan Sistem, bu sefer yalnız Ülkü Ocaklarını değil, MHP’yi de kapattı. İçeri atıldılar. İşkence gördüler. Türk Samuraileri bir kere daha limon gibi sıkılıp atıldılar.

1990’lar gelip çattığında, bu durumdaydılar.

Ama “Sistem” onlara yine ihtiyaç duyacaktı. Devletin kimi güçleri bu sefer de PKK teröründen şikâyetçiydi. İşin kolayı, bazı “gizli güçler”in Ülkücüleri  paramiliter örgüt olarak tekrar devreye sokması olarak görüldü. Yeni otoriter ortamda Türk Samuraileri yine “göreve” çağrılmıştı.

Başbuğ Türkeş bu fırsatı da kaçırmadı. 90’larda partisine Batılı, laik, şehirli bir imaj kazandırmaya soyundu. Silahlı Kürt milliyetçiliğine tepki ortamında, istediği sempatiyi de rahatça topladı. Bu, sonradan, onun “Anıt Mezar”a gömülmesini de sağlayacaktı.

Yalnız… Bir de Susurluk kazası olmasaydı!

Özal’ın köşe dönmecilik felsefesiyle Güneydoğu’daki kirli savaş birleşince, artık komünizme karşı değil ama PKK’ye karşı “devlete yardımcı” Ülkücülerin “ülkü”cülüğü hızla “maddiyat”çılığa dönüşmeye başlamıştı. Mafyalaşan Ülkücülerin çek-senet işinde “serbest” çalışanlarının dışında “resmî” çalışanlar bir yandan “devlet için” yargısız adam öldürüyor, ama bir yandan da uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlardı. Susurluk kazası olmasaydı, özellikle bu sonuncusundan kamuoyu hâlâ habersiz olacaktı.

Japon Samuraileri, onca itibardan sonra bir köşeye atılınca, iki savaş arasında Japon faşizmine sarılmışlardı.

Türk Samuraileri, bunca kullanılıp da limon gibi sıkılıp atılmışlıktan sonra, kendilerine hem yeniden “itibar”, hem de inanılmaz bir uyuşturucu rantı sağlayan Güneydoğu savaşının ve onun bahane oluşturduğu devlet baskısının bitmesini hiç isterler mi?

Peki, bütün bunları ve Samurai Sendromu kavramını bildikten sonra, “Bu insanlar devletimiz için çalışmıştır” demenin kimlerin harcı olduğunu tahmin etmek çok zekâ ister mi?

BANA GELEN KİTAPLAR: Gülayşe Koçak, Çifte Kapıların Ötesi (Oğlak Y.), Billy Aronson, Çeviren Nermin Arık, Bilimsel Gaflar, Doğruya Giden Eğri Yolda Serüvenler (TÜBİTAK Y.).

Önceki Yazı
Sonraki Yazı