Baskın Oran

“Taşra”dan gelen mektup…

Üç gün önce, Mersin’deki bir okurdan “11 Mayıs” tarihli bir faks aldım. İlginç tarafı şu ki, benim o yazımda tam da anlatmak istediğim şeyin hayret edilecek kadar canlı bir örneğini veriyor. Bu nedenle önemli yerlerini bölüm bölüm ve tırnak içinde aşağıya alacağım. Her bölümden sonra da, köşeli parantez [ ] içinde kendi fikrimi yazacağım.

“Üzerimdeki izleniminiz, yanılma payım saklı, ‘çokça’ yabancılaşmış bir Cumhuriyet aydını tipidir. Kimi zaman ise, sanki bir ‘sömürge’ aydını. Bugünkü yazınızda olduğu gibi. ‘Taşra’ sözcüğü oldu bitti dikkatimi çekip beni tedirgin etmiştir. Taşra. Nedir taşra, neresidir taşra?”

[Ben de taşra’da doğdum. İzmirliyim. “Taşra” tanımının temel öğeleri, çok kısa olarak, 3 noktada özetlenebilir:

Birincisi, taşra bölgesel düşünmenin adıdır. Burada “bölgesel” terimi, evrensel ve bütüncül’ün tersi anlamdadır. Burada hemen yapılması gereken önemli gözlem şudur ki,  bunların arasındaki çatışkı öyle-böyle değildir. Nasıl evrensel düşünen bölgesel düşüneni en azından küçümserse, bölgesel düşünen de evrensel düşüneni en azından züppe bulur. Bu duyguları irdelemeyi daha da ileriye götürmek kolaydır.

İkincisi, taşranın büyük-küçük kentle ilgisi yoktur. İstanbul’un göbeğinde oturup da taşralı olmak pek mümkündür. Küçük kentle şu ilgisi vardır ki, küçük yerlerde ömür geçirenler genellikle bölgesel düşünürler. Ben de Mülkiye’ye gelmeyip İzmir’de kalsaydım, büyük olasılıkla, İzmir’deki biçok kişi gibi ‘25’e alıp 75’e nasıl satarım’dan başka bişey düşünmeyecektim.

Üçüncüsü, taşralı düşünüşün sol yada sağ  ideolojiyle veya içinde doğulan sınıfla da göbek bağı yoktur. Daha çok sağ’da ve alt sınıflarda yeşermekle birlikte, “taşralı kafa” heryerde mükemmelen yetişebilir ve örneğin ana-babası İstanbul’un büyük burjuvazisinden olan çocuklar eğer bir diskotek kuşundan ibaretseler, taşralının daniskasıdırlar.]

“Devamında, sakat bir mantık, üniversiteler taşrada açılamaz. Çünkü, oralarda kızlar ve erkekler bira içip dans edemiyorlar. Bu olmayınca da bilim yapılamıyor. İşte Erzurum Atatürk Üniversitesi. Taşra üniversiteleri açıldıktan sonra kasabalılaşır, köylüleşir, ahmaklaşır. Elbet de. Sen Erzurum’a gitmezsen, sen Dicle’ye gitmezsen, senin boş bıraktığın yeri de işte böyle Nakşi, Mahmudi gelir doldurur.”

[Doğrusu, sevgili okurun bu bira-dans işini anlayış biçimi,  tam da benim anlatmak istediğim şeyin göbeği. Bu satırlardan iyi örnek arasam, güç bulurdum.

Taşra üniversitelerine gitmemeye gelince: Örneğin Erzurum’da, ‘Milliyetçilik ve Azınlıklar’ dersinde (bu ders Mülkiye 3. sınıfta okutulur) Kürt milliyetçiliğinin 1898’den beri ideoloji ürettiğini, yani sanıldığından çok eskiye dayandığını anlatmaya kalk, ertesi gün okula girerken kentin toptan bakliyatçılarından dört “muteber tüccar” yolunu kesebilir:

“Hoca, bizim çocuk deyiverdi, sen dün bişeyler anlatmışın. Bizim burda böyle şeyler yannış oluyo, annıyon mu. Sen ne demek istiyon şindi? Bu kanlı terör örgütü haklı mı diyon yani?”

Daha örnek vereyim mi? Darwin falan?]

“Sen de bu arada Bodrum’da ‘bilimsel çalışmalar’ yapıp, Hadigari barda entel takılmaktasın. Döküman Bey abimiz de, olmazsa bir motor kiralayıp, Rodos’da uzo içeriz diyor. Biz gitmeyiz, onun yerine Mersin’i koruruz.”

[İyi korumalar. Yalnız, neyi anlatmak istediğini anlayamadım ama, bu “Döküman Bey” sözcüğü galiba doküman olacak. Hadigari ve entellik işine gelince, bu konudan yukarıda, “Birincisi” diye başlayan paragrafın sonunda yeterince sözetmiştim.]

“Bilim neden sizlerin tekelinde efendi? Neden o ‘menfur çember’ bizim Mersin’de yok? Neden Mersin Halkevinde kılâsik müzik dinletileri, baleler vs. izdiham oluyor?”

[“Kılâsik” değil, klâsik olacaktı. Ama “müzik dinletileri, baleler izdiham ol”mayacaktı, neyse. Mersin’e gelince:

Sebep çok: Mersin deniz kıyısı. Fikri Sağlar sayesinde Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası oraya da açıldı. Eskiden beri Levantenlerin oturduğu çok önemli bir uygarlık merkezi ki, örneğin bikaç yıl üstüste Türkiye vergi rekortmeni olan Lionel Makrume (adı tam doğru olmayabilir) de Mersinli. Ayrıca, o yazımda uzun uzun anlattığım gibi, üniversitenin rektörü ve yöneticileri alabildiğine ilerici. Aynı kadro örneğin Sütçü İmam Üniversitesine gitsin de, göreyim.]

Okur mektubu bu minval üzerine bitiyor. Medeni bir insan olarak telefon, faks ve isim de vermiş.

Yine medeni bir insan olarak, beni “patron”uma şikayet ettiğini de belirtmiş. Faksın en altında şu yazılı:

“Bilgi: D.Perinçek.”

Önceki Yazı
Sonraki Yazı