Baskın Oran

RP’yi kapatmak…

Tanınmış Alman vakfı Körber Stiftung 10-11 Mayıs tarihlerinde Bonn’da bir sempozyum düzenledi. Amacı, Almanya’daki Türk vatandaşlarının bu ülkeye uyum (daha doğrusu, uyumsuzluk) sorununu incelemek amacıyla, “Türk Kimliği”ni anlayabilmekti.

Bu yazımda bir Alman bilimadamının, İstanbul’daki Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nden Dr. Günder Seufert’in Türk kimliği hakkındaki konuşmasının önemli noktalarını aktarmak istiyorum.

Dr. Seufert’in bildirisinin özetini, kolaylık olsun diye, numaralayacağım paragraflar biçiminde yapacağım. (Ama bu arada unutmayınız, her özet bir tür yorumdur.)

1) Ulus kavramı birbirine zıt iki farklı ele alışa konu olabilir. Birincisi: Devlet Ulusu yada Siyasal Ulus, ikincisi de Kültür Ulusu yada Etnik Ulus.

2) Siyasal Ulus kavramı teritoryal’dir. Yani, üzerinde yaşanılan toprağa önem verir. Etnik yada dinsel unsuru bir kenara iter ve  kökeni ne olursa olsun, bir devlete “vatandaşlık bağı” ile bağlı herkese aynı gözle bakar.

Etnik Ulus kavramı ise, ulusları, tek tip etnik yada kültürel özelliklerin taşıyıcısı olarak görür.

3) “Hangi din yada mezhepten olursa olsun Osmanlı uyruğundaki herkes Osmanlı olarak tabir olunur” diyen 1876 Kanun-ı Esasisinden beri, Türkiye’de Siyasal Ulus kavramı geçerlidir.

4) Fakat, Türkiye’de Siyasal Ulus kavramından Etnik Ulus kavramına doğru kesin bir gidiş vardır. “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir” hükmünü getiren 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunundan sonra 1961 anayasası bugün de geçerli olan “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesini kullanarak vatandaşlar arasındaki dinsel ve kültürel farklardan söz etmekten kaçınmaktadır.

5) Osmanlı anayasasından 1982 anayasasına, Türkçe, “memurların dili”nden önce “resmî dil”e dönüşmüş, sonunda da “Türk vatandaşlarının anadili” biçiminde tanımlanır olmuştur.

6) Devletin “Türk” tanımı da çelişkilidir. Hem dinsel ve etnik ayrım gözetmeyen bir vatandaşlık kavramı ileri sürmektedir, hem de etnik Türk kültürünü esas almaktadır.

7) Devletin İslam’a tavrı da çelişkilidir. Hem “Din politikaya alet edilemez” demiş, hem de İslam’ı Türkleştirerek (Türkçe hutbe ve ezan) ulus inşasında kullanmıştır. Sonuçta, “Sünnî İslam” ile “Etnik Türk” kavramlarıyla belirlenen bir “Türk” tanımı ortaya çıkmıştır.

8) Bunun da ötesinde, 12 Eylül darbesi, Sünni halk ile Kemalist devlet karşıtlığını “Türk-İslam Sentezi” ile aşmaya girişince, kültürel gruplar kendi kimliklerine daha çok sarılmış ve “Öteki” kavramı güçlenmiştir. Çünkü bu “sentez” İslamcılar için fazla laik, Aleviler için fazla sünnî, Kürtler için fazla Türk gelmiştir.

9) Bu devlet söylemleri ve hızlı kentleşme ortamında, “Tek tip bir Türk halkı” yaratma çabası, sonuçta, siyasal-ekonomik-toplumsal sorunların farklı kültürel gruplar arasında hızla bir kavga nedeni haline gelmesine yol açan üç tip çatışma noktası ortaya çıkarmıştır: Dine yaklaşım konusunda Laik-İslamcı çatışması, mezhebe aidiyet konusunda Sünnî-Alevî çatışması, anadil konusunda Türk-Kürt çatışması.

Nasıl buldunuz, bir Alman’ın Türkiye’ye uzaktan bakmasını? Aynen, toprak altında maden arayan şirketlerin bu işi en kolay ve etkili biçimde uzaydaki uydularla yapması gibi, Türkiye de ancak kuşbakışı bakılınca görülebiliyor.

Derya içindeki mahiler (balıklar) deryayı göremiyor.

Bu çatışma ve hoşgörüsüzlük ortamı içinde, Türkiye’de İslamcıların partisi kapatılmak isteniyor. Daha önce, Kürtlerin partilerinin kapatıldığı gibi.

Kemalist devlet, kimi tutumlarını gözden geçirip yumuşatacağına, o tutumlarını daha sertleştiriyor.

Altkültür grupları daha da kristalleşiyor.

———————-

NOT: Geçen hafta yurtdışında olduğum için yazımı gönderemedim. Durumu İstanbul’a çok önceden bildirdiğim halde bir not koymayı unutmuşlar. Ben özür diliyorum.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı