Baskın Oran

Bir ulu konserin içine etmek…

30 Nisan Pazar günkü ünlü konser, Türkiye’nin azgelişmişler içinde ne kadar olağanüstü özgün ve değişik bir ülke olduğunu bir kere daha kanıtladı.

Önce, özgünlük.

Azgelişmişler arasında hangisinde (ilan edildiği gibi 450 olmasa bile yine de) 350 kişilik sanatçıyla böyle bir dev konser yapılabilirdi?      Böyle bir işe, S. ve C. And Vakfı gibi hangi babayiğit özel vakıf cesaret edebilirdi?

Hangi benzer ülkede, 10.000’i aşkın insan binlerce arabaya atlayıp, MHP kaçkını bir RP’li belediye başkanının asfalt dökme bahanesiyle o gün kapattırdığı yollardan geçmeleri engellenince, yan yollardan tam bir saat gecikmeyi (ve konsere girememeyi) göze alarak, kentin 50 km dışında, Allahın bilmemne ettiği çamurlu bir köyün orta yerindeki “Felliniesque” spor salonuna gidip tek bir yapıt dinler, sonra yine aynı rezaletin katmerlisini yaşayarak ve yine başta debriyaj balatası olmak üzere arabasının içine ederek, evine dönerdi?

Gelelim, diğer “husus”a.

Acaba, böyle bir konserin yapıldığı hangi ülkede, kim kalkardı da, hiçbir önlem almadan, Allahın bilmemne ettiği o yerdeki spor salonuna oturma yerinin çok üstünde adam sokar, onca yoldan onca eziyetle gelmiş biletli insanları dışarda bırakırdı? Üstelik o binlerce arabanın, köylünün ekilmiş arazisini park ederekten rezil etmesini düşünmezdi?

Acaba, böyle bir konserin yapıldığı hangi ülkede, içeri giremeyen “müzikseverler”, o koca orkestrayı ve koroyu bile bütün konser boyu bastıracak kadar ıslık çalar, camlara vurur ve ellerini çırpardı?

Acaba hangi ülkede içeri giremeyen “müzikseverler”, bu gürültüyü başlatan ve hayatında tek bir orgazm bile yaşayamadığının acısını çıkarırcasına ciyaklayan kadının arkasından, koro halinde konserin içine  ederdi?

Diğer yandan, acaba böyle bir konserin yapılabildiği hangi ülkede, içeri girebilen “müzikseverler”, müziğin m’sinden anlamayıp, yapıtın bölüm (muvman) aralarında alkışlanmayacağını bilmese bile, seksenlik yabancı orkestra şefinin her seferinde elini ve kafasını  “Hayır! Hayır!” makamında kasırgaya tutulmuş yaprak gibi silkelemesine rağmen, her bölüm arasında (ve 4. bölümün içinde) bitti sanarak şakşak tutmayı sürdürürdü?

Ve, Beethoven’in ululuğu (dışardaki ve içerdeki “müziksever” kırolara rağmen) insanın içine içine işlerken, böyle bir konserin yapılabildiği hangi ülkede, kameralı veya kamerasız gazeteciler orkestra ile koro arasındaki alanda bokböceği misali durmaksızın gezinir dururdu?

—————————————–

Bana Gelen Kitaplar:

– Mesut Gülmez, İnsan Hakları Eğitimi Hakkı (Todaie y.); M.Gülmez, İnsan Haklarının Uluslararası Korunması (Todaie y.); İbrahim Kaboğlu, Dayanışma Hakları (Todaie y.); Oktay Uygun, Türkiye’de Demokrasi ve İnsan Hakları (Todaie y.); İsa Karataş, Gerçekleri Saptıranlar, Hıristiyanlık ile ilgili gerçekdışı iddialara yanıt (Lütuf y.); Ceyhun Atuf Kansu, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (Bilgi y.); C.A. Kansu, Halk Önderi Atatürk (Bilgi y.); C.A.Kansu, Cumhuriyet Ağacı (Bilgi y.); Attilâ İlhan, Abbas Yolcu (Bilgi y.); Tarık Dursun K., İmbatla Dol Kalbim (Bilgi y.); Muzaffer İzgü, Hırsız Köpek (Bilgi y.); Hüseyin Yurttaş, Çürüme (Bilgi y.); Celal Ertuğ, Çözümsüz Demokrasi (Bilgi y.); Selim Uslu, Devlet ve Ben (Kaynak y.).

Önceki Yazı
Sonraki Yazı