Baskın Oran

Ya Atatürk’ün vasiyeti ne olacak?

“Başbuğ” Türkeş öldü. Allah rahmet eylesin. Cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı.

Türkeş 80 yaşındaydı. Bisürü parti, MHP tabanını yutmak için emr-i hakk’ın vâki olmasını gözlüyordu. Özellikle Çiller, bunca zamandır verdiği destek için Türkeş’e bir son teşekkür görünümü altında, kuyruğun en başındaydı. Devlet töreni olmayacaktı da ne olacaktı?

MHP’li iki belediye başkanı sayesinde, Türkeş’in mezarı rekor bir sürede Ankara’nın orta yerine hazırlandı: Atatürk Orman Çiftliğinin  arazisi üzerine. “Başbuğ”un vasiyeti gereği.

Ama kimsenin aklına, bu olayın, Atatürk tarafından millete miras bırakılan Çiftlik topraklarının son yağması olduğu gelmedi.

Çünkü bu hava yıllardır hazırlanıyordu. Türkeş 1940’ların ünlü ırkçı üsteğmeni, 27 Mayıs’ın Menderes celladı, 1960’ların “Davadan döneni vurun!” diyeni, 1970’lerin gençleri birbirine kırdıranı, 5000 gencin ölümünün sorumlusu değildi artık.

O artık ılımlı bir parti lideri,  uzlaştırıcı bir politikacı, olgun ve birleştirici bir devlet adamıydı.

Öyle sanıyorum ki, merhum Türkeş, kendisini böyle görenlerle, ölmeden önce muazzam eğlendi. O kadar ki, onu sütten çıkmış kaşık yapmak isteyen bunca çaba karşısında dilini tutamıyor, alay edercesine konuşmaktan çekinmiyordu.

Adam kaçırıp fidye istemekten, uyuşturucu kaçakçılığı yapmaya kadar her türlü konuda ün salan Özel Tim konusunda, Tekir Yaylasında yapılan 6. Erciyes Zafer Kurultayında, 7 Ağustos 1995 tarihli basına yansıyan şu sözleri söylüyordu:

“Ulan, Özel Tim MHP’liyse ne olmuş?”

Ama basın, oy kapmak için hacc’a gitmiş, ezanın Türkçe okunmasını istiyor diye eski DGM başsavcısı Demiral’ı bile (Oh olsun!) partiden atmış Hacı Türkeş’i RP’nin şeriatçılığına karşı en büyük güvence olarak görmeye kararlıydı.

Hıncal Uluç, çok sevdiği asker babasının anısını yâdetmek için Sabah’ta kendisini ikide birde “Aslan Amca” diye anıyor, Türkeş de bu sayede kamuoyunda büyük sempati topladığını, Ruşen Çakır ile Kemal Can’ın Milliyet’te Ekim 1996’da çıkan “MHP Gerçeği” dizisine büyük bir memnuniyetle anlatmaktan çekinmiyordu.

“1968’li” Ertuğrul Özkök, 15 Mayıs 1994 tarihli Hürriyet’te  “Türkiye, PKK terörü yüzünden milli hınçların bilendiği, her gün kalkan cenazelerle ağırlaşan bir felaket mevsimini, Türkeş gibi sorumlu bir milliyetçi liderle yaşadığı için şanslıdır” diye yazıyor, bizzat Türkeş’in kendi deyimiyle Başbuğ’dan “defalarca teşekkür” alıyordu.

Arkasından da Türkeş, 4 Ekim 1995 tarihli basına  şöyle demeç veriyordu:

“Ben değişmedim. Geçmişte neysem bugün de oyum”.

Bir yandan “Ölen PKK’lılara üzülüyorum” diyerek babaca bir tavır takınıyor, sonra da yarattığı sempatiden emin, “Ne mozayığı ulan!” diye patlatıyordu.

Aslında, Türkeş’in bu “deri değiştirmesi”, aynen bir başka eski askerin inanılmaz “metamorfoz”una benziyordu: Kenan Evren!

Ama, itiraf etmek gerekir ki, arada büyük kalite farkı vardı. Kenan Evren, tekrar cumhurbaşkanı seçilebilmek hevesiyle, komünist partisi kurduruveren pozuna bürünmeyi denemişti. Çok sırıtmıştı bu poz.

Türkeş ise, “MHP Gerçeği”nde anlatıldığı gibi, “kadrolaşma”sını tamamlamış, artık “kitleleşme” dönemine geçmişti. Devlet’e oynuyordu.

Artık şimdi, kamuoyunun ve özellikle basının sempatisini kazanma zamanıydı. Olay buydu. Türkeş buna soyunuyordu. Ve tabii bizim Kenan’dan bin defa daha ustaca.

Ve başta ünlü gazeteler, millet bunu mis gibi “yiyor”du.

Afiyet olsun. Yalnız, Atatürk gibi bir adamın, Türkiye gibi miras hakkının geçerli olduğu bir ülkede bıraktığı vasiyetin, Türkeş’in vasiyeti karşısında yağma edilivermesini Atatürkçülüklerine nasıl yedirecekler, doğrusu işte bunu pek merak ediyorum.

——————————————–

BANA GÖNDERİLEN KİTAPLAR: Hüseyin Agun, Demokrat Parti İktidarının Kıbrıs Politikası, 1950-60. Rıfkı Salim Burçak, İdamların İçyüzü-A.Menderes-F.R.Zorlu-H.Polatkan (DemokratlarKulübü Yay.).

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı