Dünkü yazı biraz uzun kaçtı ama, umarım söyleyeceğimin çoğunu söylemişimdir, bugüne az kalmıştır.
Aslında çok kalmıştır, çünkü bu katliamın sorumlusu Hükümet ve Devlet’tir.
Uluorta söylemiyorum. Bu, ispatlı-delilli bir gerçektir!
O dinle-imanla ilgisi olmayan iğrençlerin çıkardığı yangında sapır sapır dökülen o güzelim insanların cesetleri daha soğumamışken, o adını bile öğrenmeye gerek görmediğim İçişleri Bakanı, suçlu olarak alelacele Aziz Nesin’i göstermiştir.
Akbulut’un bile diline düşen Başbakan Hanım, “Oteli saran halktan kimseye birşey olmadı” diyerek, bütün olayı aydınlatıvermiştir.
Başbakan hanımın bu lafı, deyim yerindeyse, “sirkatin söylemek”tir. Bu söz, olayı bastırmak için çırpınan valiye10 saat boyunca neden hiçbir yardım gitmediğinin kesin izahıdır.
Kana susamış güruhun kadife eldivenle tutulması için emniyet kuvvetlerine Ankara’dan emir gittiğinin kesin kanıtıdır.
Valinin, bakana çektiği fakslara niye yanıt alamadığının çok güzel izahıdır.
Tugay komutanının niye yalnızca Vilayet binasını korumak için havaya ateş ettirdiğinin, askerlerini başka hiçbir şekilde kullanmadığının da kesin açıklamasıdır.
Emir gitmiştir, çünkü güven oylamasının eli kulağındadır ve “halkı” küstürmemek gerekmektedir. Başbakan hanımın tek hesap etmediği, bu güzelim insanların cayır cayır yanacakları ve ölülerinin kendisine karşı hortlayacağıdır. Olaya , kalkıp da, Aziz Nesin’i suçlu göstermek mantıksızlığı, işte bu paniğin sonucudur.
Emir gitmiştir, çünkü bugün Türkiye’de, çok partili hayatın başlamasından bu yana gitgide artan bir biçimde, demokrasinin “halk dalkavukluğu” (okumuş yazmışlarımızın dilinde: “popülizm”) olarak anlaşılagelmesi söz konusudur.
Bu arada da, sanki oradaymış gibi yemin edebilirim, Sayın İnönü’ye, “Sayın İnönü, hiç merak buyurmayın, bütün önlemler alınmıştır” denmiştir, o da “Yaa, öyle mi, çok memnun oldum, aman iyi alınsın” demiştir ve Aziz Nesin’in “Burada bizi öldürüyorlar!” telefonuna onun için “Merak etmeyin, yardım geliyor” yollu bir yanıt vermiştir.
Sayın İnönü hakkında bundan başka bişey yazmayacağım. Dinleyen, yazandan arif gerektir ve Sayın İnönü istifaya kararlıysa, bundan daha anlamlı vesile bulmakta güçlük çekecektir.
Bununla birlikte, hükümetin, Sivas’ta işlenen cinayete deyim yerindeyse “katılması”, ne yazık ki yalnızca bu oy uğruna halk dalkavukluğundan kaynaklanmıyor. Hani, 12 Eylül belâsından yeni kurtulmanın heyecanı içinde bir zamanlar “Kendim için bişey istiyosam namerdim!” deyişine kurban olarak kendi elcağzımızla bu denli büyüttüğümüz ve “Netçe itibariyle” bugün gıkımızı çıkaramayacak biçimde ağzımızı tıkamış olan “Baba” var ya, onun tutumu çok öğretici.
Artık hiçbir kişisel oy endişesi kalmadığı, üstelik de Cumhuriyeti temsil ettiği halde, kalkıp da, biri Atatürk büstü olmak üzere devletin diktiği iki heykelin parçalandığı bir cinayet saldırısını kınamıyor! Üstelik, hiç sıkılmadan, “Olayda tahrik var!” diyor. Demek ki, halk dalkavukluğundan çok daha ciddi bişey daha söz konusu.
İşte o şey, korkarım, yeni resmi ideoloji.
Kemalist dönemin, camileri depo yapan ve şapkayı protesto için duvara kağıt asanı idam eden ifratçı resmi ideolojisi, 12 Eylül’ün Türk-İslam Sentezi’nin de etkisiyle bugün tefritçi resmi ideolojiye dönüştü. Bugün artık İslam propagandası yapmak serbest (hatta, Anayasaya koyduğu zorunlu din dersleriyle bunu bizzat devlet yapıyor), ama “dinsizim” demek bile suç! Neden? Çünkü, deniyor, yüzde 98’i Müslüman olan bir ülkede insanların duyguları zedelenir.
Peki o halde.
Madde 1: Demokrasiyi “çoğunluğun iradesi” biçiminde tanımlamak 19. yüzyılda kaldı. En az 40 yıldır demokrasinin tanımı, “azınlığa saygı”dır. Türkiye’de tek bir Müslüman olmayan bile bulunsa, 60 milyon tarafından susmaya zorlanamaz.
Madde 2: Marksizmi (veya Faşizmi) kastederek, “100 yıl öncesinin modasıydı, artık tarihe karıştı, arkaik oldu” denebiliyor ve bu Marksistlerle Faşistlerin “duygularını” zedelemiyor da, Kur’anı kastederek, “1400 yıllık bir metin artık eskimiştir” demek neden Müslümanların “duygularını” zedeliyor, hatta suç oluyor? Birey açısından bir tutku olabilir ama, Devlet açısından din de bir ideoloji değil mi? Üstelik, Atatürkçü olduğunu zırt-pırt ilan eden bir devlet için bu ne biçim resmi ideoloji?
Madde 3: Zaten, bu yüzde 98 nasıl hesaplanıyor? Bu “yüzde 98″in yüzde kaçı namaz kılıyor? Nüfusuna doğarken mecburen “İslam” diye yazılınca mı yüzde 98’e dahil olunuyor? Örneğin, ben bu yüzde 98 hesabına dahil miyim?
Gene fazla uzattık. Uzattıysak, rahmetli Mülkiyeli abim Fazıl Kafadar’ın başka bi vesileyle kullandığı o güzel deyişle, “Devlet utansın!”.
Devlet, göreviyle, yani insanları birbirine ezdirmemekle meşgul olsun. Ne camileri depo yapsın ve şapkayı protesto edenleri assın, ne de Müslümanlıkla ilgisi olmayan bitakım katillerin “İslam’dan çıkmanın cezası idamdır” diye insanlara yılgı saçmalarına (veya, insanları otellerde yakmalarına) izin versin!
“Müslüman’ım” diyenlerin istediği gibi yaşamasına, giyinmesine vb. karışmasın, “değilim” diyenlere de bu “hayalî yüzde 98″in karışmasını engellesin. Saygı görür, memleketi daha kolay idare eder.
Üstelik, bugün “devlet adamı” dediklerimizin çocuk veya torunlarının da, yarın-öbürgün “Tahrik Oldum!” veya “Galeyana Geldim!” gerekçeleriyle ırzına geçilecek ve/veya yakılacak cesetlerinin âhını almaktan kurtulur…