Baskın Oran

Sivas’ta sorumluluk : Aziz Nesin

Toz duman biraz yatıştı.  Değerlendirmeye başlamanın zamanıdır.

Basında genel olarak yazılanları   -kötü niyetli veya geri zekalı yorumları dışarıda bırakırsak-  iki noktada özetlemek mümkün:

1)  İrtica hortlamıştır. Devlet buna göz yummuştur . Hükümet,  açık ve imalı demeçlerle suçluyu Aziz Nesin ilan ederek, irticayı ödüllendirmiştir.

2) Ama, Aziz Nesin de, yaptığı konuşmayla dinsel duygulara üstelik Sivas gibi bi yerde saygısızlık etmiş, kışkırtıcı davranmıştır.

Değerlendirmeye, ikincisiyle başlayalım. Bu yorumların sahipleri için ad vermeyeceğim, çünkü hem benzer şeyler yazdılar, hem de neredeyse tümü yüzyüze görüştüğüm, hatta arkadaş olduğum gazeteci, yazar veya öğretim üyeleri .

Önce, Nesin’in Sivas konuşmasını inceleyerek maddi durumu saptayalım:

Cumhuriyet gazetesinin 7 Temmuz günü altıncı sayfasında yayımladığı ‘Tam Metin’de (Aydınlık niye atladı ki?) Aziz Nesin iki yerde “din”e karşı söz  söylüyor:

1) “Dinsel inançlara karşı ve dinsiz bir insan olarak” diye başlayan ve Aleviliği bu anlamda tutmadığını, bir hoşgörü akımı olarak tuttuğunu  söyleyen bir tümce.

2) “Kuran’da da güzel sözler var. Ama 1300-1400 yıl önceki sözlerin, kimin sözü olursa olsun, eskiyeceğine inanıyorum.” tümcesi.

Tam Metin’de “dine karşı” başka tümce veya ima yok.  Tam tersine,

“… bütün inanmış insanlara saygım olduğu gibi” diye başlayan bir tümce var. Ayrıca, Cami-ül Eser örneğini vererek, Türk camilerindeki ciddiyeti  öven bir pasaj var.

Demek ki, sorumluluğu yalnız “hırsız”da değil, biraz da “evsahibi”nde arıyan “haksever” dostlarım ya yorumlarını bu konuşmayı okumadan yazmışlardır, ya da bu konuşmadan değil de Aziz Nesin’in (Şeytan Ayetleri konusu gibi) genel  tutumundan söz etmektedirler.

Okumadan yazdılarsa, zaten söylenebilecek bişey yok. Nesin’in genel fikirlerinden söz ediyorlarsa, (bizzat kendilerinin de  -bilâ istisna-  “din” konusunda ne düşündüklerini çok iyi bildiğim için) iki olasılık  görüyorum:

1) Bu fikirlerin her yerde açıkca söylenmesinde ve yazılmasında sakınca görmektedirler.

2) Bu fikirlerin ancak büyük kentlerde söylenip yazılması gerektiğini, tersinin kışkırtma olacağını, “halkı galeyana” getireceğini düşünmektedirler.

İkinci olasılığın “Atatürkçü düşünce” karşısında “Kurtarılmış Bölgeler” yaratacak olması ayrı hikaye. Ama, daha önce, “Atatürk Devrimleri”ne içten  bağlılıklarını çok iyi bildiğim bu yazarların kendilerini böyle bir yorumdan sonra nereye koyacakları ciddi merak konusudur. Bir “aydın” inandığı fikirleri açıkca yazıp söyleyemezse ne yapar? Midas’ın berberi gibi gidip dipsiz kuyuya mı bağırır?  Bir kitabın çevrilmesine karşı çıkmayı içine nasıl sindirir?

Bu noktada, ister istemez, “aydın” deyiminin ne ifade ettiği sorusuna geliyoruz. Aydın kavramının, okumuş-yazmışlıkla, hele de üniversiteyle  ilgisi yoktur. Ama, yukarıda sözünü ettiğim yorumculardan birinin de dediği gibi,  “toplumdan kendini sorumlu saymak”la kaçınılmaz  ilgisi vardır. (Bendeniz yemekten anlarım ve misafirlikte önüme konan yemeği beğenmediğim zaman, sorulunca, “Elinize Sağlık” der, geçerim.  Beğendiysem, ve ancak o zaman, “Şurası şöyle olsaydı daha iyi olurdu, ama onun dışında çok güzel” diyerek eleştiririm.)

Bunun içindir ki aydın, toplumu durmadan eleştirir. Toplumdaki “yaygın” düşünceleri kabul edivermek rahatlığı yerine, onlara alternatif düşünceler geliştirmek gibi bir belâyı üstlenir. Evet, bir belâdır bu. Bazan,  taşra otellerinde yakılmayı da içerir. Bu belâyı üstlenmeme durumuna “kendini toplumdan sorumlu saymak” değil, “topluma dalkavukluk yapmak” veya en azından “kuyruğunu kısıp oturmak” denir.

Nesin’in Sivas’ta yaptığı konuşma, Sivas’daki örgütlü yobazların ve Ankara-İstanbul’daki yorumcuların iddia ettikleri gibi “din”e karşı bir nitelik taşımıyor ama, Aziz Nesin’in “kolaycılık” yapmadığının izlerini taşıyor. Çünkü, yazar, salonu dolduranların tümü Alevi olduğu halde, konuşmasının dört yerinde, inanmış bir Alevi’ye çok ters gelecek şeyler söylemiştir:

1) “Aleviliğin Türkiye’de (…) hoşgörüyü ortaya çıkarmasının nedeni (…) muhalefette olmuş olmasıdır. (…) Acaba iktidarda olsalarda ne olurdu. Bu bir kuşkudur bende.”

2) “(Bir din olarak) Aleviliği tutmuyorum. İnsancıl yanını ve hoşgörü yanını tutuyorum.”

3) “Alevilik mezhep değildir. (…) Ama tarikat desem tarikat değil (…) mezhep olmayan, tarikat olmayan bir şeydir.

4) “(Pir Sultan’dan söz ederek) ben saza da karşı bir insanım. Bu saz böyle devam ettikçe Türk milleti bir adım ileri gidemez.”

Demek ki,  Sivas’daki saldırı, “Kafiye tutsa da kodum, tutmasa da kodum” türünden, önceden hazırlıklı ve örgütlü bir olaydır. Emin Çölaşan’ın 8 Temmuz’da yayınladığı mektup da bunun kanıtıdır.Kimsenin kışkırttığı “halk galeyanı” falan değildir.

Nesin’i “kışkırtıcılık”la eleştiren iyi niyetli kişilere üç sözüm var:

1) Ya, bu toplumda eleştirilemeyecek konular (ve tabii, kişiler) olduğunu, din’in bunların başında geldiğini  ilke olarak kabul etsinler ve böylece aydınlıktan istifa etsinler,

2) Ya, bunu ilke olarak kabul etmediklerini, ama taktik olarak din’i eleştirmeyi uygun görmediklerini söyleyip, böylece Atatürkçülük’ten istifa etsinler. Çünkü Sivas olayında gösterilebilecek minimum tepki, Kemalist tepkiydi.

3) Ya da, “Din de diğerleri gibi bir ideolojidir,  hakaret etmemek şartıyla her ideoloji gibi eleştirilebilir, ama bugünkü Türkiye’de din çok güçlü olduğu için biz bunu  yapamıyoruz” desinler. Bu ayıp değildir, tamamen anlaşılabilir insanca bir durumdur.

Ama, bu durumda artık, bunları ün ve para için yapmayan, üstelik kalp ve beyin ameliyatı geçirmiş olduğu halde şehirlerarası otobüslere atlayıp oraya buraya koşuşturan dünyaca ünlü yetmişlik bir edebiyat ustasını “dengeli yazacağım” diye suçlamaktan da vazgeçsinler. Sivaslı belediye meclisi üyesi olacağa bir tür hempalık etmesinler. Türkiye’nin ne durumda olduğunu oralara gidip canı pahasına ortaya çıkardığı için Nesin’e bilâkis teşekkür etsinler. Çünkü, “tahrik olmak” denilen meret, son derece göreli bir olaydır; illâki Şeytan Ayetleri’ni yayınlamayı gerektirmez, kendi karıları-kızları veya torunları japone kolla gezdiği zaman da tahrik olan çok çıkabilir.

Aziz Nesin’i suçlamak eğer şart ise, insan olarak onun da  eleştirilecek yanları vardır,  oraları eleştirsinler. Örneğin, kendisini yakından tanıyanlar, geçinmek zordur, derler. Dilinin sivri olduğu bilinir. Bendeniz, bir kadın yazara biraz yakışıksız bi “espri” yaptığını okuduğumu anımsıyorum. Ama, küfretmeden, hakaret etmeden, böylesine güçlü bir ideolojiye, üstelik böyle bir devlete rağmen bu yaşta dağ tepe dolaşarak karşı çıktığı için de ayakta alkışlıyorum. Sapla samanı birbirine karıştırmasınlar.

Evet, üstelik böyle bir devlete rağmen. Yarın da, sorumluluk   tartışmasının devletle ilgili bölümünü  ele alacağım.

(Şunu  da unutmadan not edeyim: Aykırı düşünmeyi bir aydın’ın en önemli niteliği sayan birisi olarak, yazdığım gazetenin başyazarını savunmak zorunda kalmaktan müthiş rahatsızım. Ama, öteki türlü daha fazla rahatsızdım. Kusura bakılmasın.)

Önceki Yazı
Sonraki Yazı