Baskın Oran

Sıkmabaş sorunu üzerine düşünceler…

Kendileri kesmedikleri sürece, benim eski öğrencilerimle ilişkim hiçbir zaman kesilmez.

İçlerinden biri geçen gün bir e-posta yolladı. İznini almadığım için adını veremiyorum ama, birçok kişiye tercüman olur diye iletisini özetleyerek buraya alıyorum

Yana yatık (italik) yazılar onun, normal puntolar benim kendisine yazdığım cevaptır:

 Değerli hocam, Merve olayı başladığından beri sizin yazınızı bekledim. İzninizle bu konudaki eleştiri ve yorumlarımı aşağıya yazıyorum:

 1- Öncelikli olarak bu olay, benim aklımı kurcalayan “tam özgürlük sorunsalı”nı öne çıkardı. Evet, özgürlük başkasını sınırlandırma sınırına kadardır falan diye klasik tanımlar var ama bunun ötesinde devlet nerede sınırlar koyacak? Daha önemlisi nasıl koyacak? Yani tam bir özgürlük ütopya mıdır?

Benim bu zamana kadar olan düşüncem, isteyen istediğini yapsın… Yani bir bayanın Meclis’e transparan veya baş örtülü

girmesi beni rahatsız etmiyor. Bence farklılıklar arttıkça ortak sosyalleşme hızla artıyor. 

Ancak, burada bir sorunla karşılaştım: Devlet şimdi olduğu gibi bunu tehdit görürse nasıl tedbir alacak? İran bence bize çok benziyor. Mesela bir kadın işyerinin önüne duruyor ve parmağını ağzına götürüp gelen bayanların yüzüne sürüyor eğer ruj vb. rengi çıkarsa makyajlı kadınlar işten atılıyor. Orada bizimkisine benzer bir (ama ters yönde) koruma metodu var. Yani şunu sormak istiyorum: Demokrasinin bir özgürlük sınırı var mı? Neresi? Sandığımdan daha dar mı? Mesela canım bir bayrak yakmak isterse bunu yapamaz mıyım? Yoksa böyle bir şey istediğim için utanmalı mıyım?

2- Yine demokratik özgürlükler paragrafı içinde şu “siyasal simge” kavramını nasıl açıklayabiliriz?(…) Mesela siz sakalınızı neden uzatıyorsunuz? Tutun ki sırf bir şeyi protesto etmek için tamamen siyasal anlamda uzatsanız bu yanlış mı olur?

Birincisi, burada tartışılan siyasal simge değil, siyasal olarak kullanılan dinsel simge (dinsel’in önemini birazdan yazacağım).

İkincisi, istisnasız her sistemde özgürlüğün şaşmaz bir sınırı vardır: Sistemin temel direklerini değiştirmemek! Örneğin, kapitalizmde rekabeti öldürecek rekabete izin verilmez, çünkü kapitalist sistemi mahveder. Bunlar dokunulmaz kavramlardır. Dokunulursa, sistem kalmaz. Sen bunlara “Kutsal İnek” de, ben “Yüce Sadakat Odağı” (YSO) diyeyim.

Her üretim biçiminin, bir yandan kendini sürdürmek bir yandan da toplumu bütünleştirmek için kullandığı bir tutunum ideolojisi bulunur: Feodalizminki Din, Ulusal Kapitalizminki Milliyetçilik, (Komünizminki Proletarya Enternasyonalizmi; Uluslararası Kapitalizminki henüz ortada yok.

Her tutunum ideolojisi kendini bir Yüce Sadakat Odağı’nda somutlaştırır: Din’in YSO’su Tanrı, Milliyetçilik’in YSO’su Ulus. (Proletarya Enternasyonalizmininki Emek). İşte bu YSO’lara dokundurmaz sistemler.

Onun için,  laik Türkiye’de kamu hizmetindeysen işyerinde sıkmabaş yada sarık taktırtmazlar. Oysa, bunları laik sistemine tehdit kabul etmeyen ülkelerde takarsın. Nasıl ki Türkiye’de ruj vs. sürebilirsin de İran’da süremiyorsun.

Bu dinsel simgeler konusunda devletlerin duyarlılıkları neye göre değişiyor? Hemen cevap verebileceğin gibi, feodalizmitasfiye edebilme derecesine göre.

Feodal artıklardan korkusu olmayan ülkeler çok daha bükülgen hareket ederler. Özellikle ABD, feodalizmi hiç yaşamamış olduğu için hiç korkusu yoktur.  Bu ülkede devlet dine, dinsel simgelere karışmaz.  Tek dikkat edilen, bir dinsel simge kullanımının başkalarının din yada mezhebi üzerinde haksız avantaj sağlamamasıdır (bu yüzden devlet hiçbir dine yada inanca beş kuruş tahsis etmez; şu anda da aynı sebepten okullarda dinsel simge taktırtmıyorlar, dua ettirmiyorlar).

ABD’den sonra bükülgenlikte İngiltere gelir, çünkü feodalizmi evrimle çok uzun sürede, çok sindire sindire radikal biçimde tasfiye etmiştir. Ondan sonra gelen Fransa, feodaliteyi bir altyapı devrimiyle tasfiye ettiği halde gerekli evrimi yaşamadığı için çekingendir; okullarda sıkmabaşa izin vermez.

Kimi ülkeler ise feodalizmi bir “yukarıdan devrim”le tasfiye zorunda kaldığından, feodal artıklar sürüp gitmektedir (Türkiye). Türkiye’de dinsel simgeler vs. konusundaki sertlik fazladır. Çünkü korku vardır ve korkutan tehlike de pek “sanal” değildir.

Görüyorsun ki, bu sınırlamalar kaçınılmaz şeylerdir.

Ama, dikkatli sınırlamak şartıyla. Yoksa sistem bizatihi kendisine zarar verir. Burada ölçüt şu olmalıdır: Kamusal alanlarda hizmeti veren takamaz, ama hizmetten yararlanana karışılmaz.

Örneğin, üniversitelerde hocaların sıkmabaşla gelmesine asla izin verilmemelidir. Ama öğrenciye böyle bir şart koşamazsın. Üstelik bunu, üniversite “100 Çiçek”in açması gereken özgürlük mabedi olduğu için yapamazsın. Bizde onu da yapıyorlar ve işin şeyini çıkartıyorlar. Sonuçta sistem yara alıyor. İmam-hatip öğrencileri bile devlete açıkça meydan okudular. Bundan büyük yara olur mu? (Üniversite öncesi öğretim kurumlarında öğrenci reşit değildir, kurumun kurallarına uymak zorundadır).

Peki Meclis? Bir devlet dairesi mi? Hayır. Üstelik, (üniversiteye benzer biçimde) herşeyin en büyük rahatlıkla konuşulması gereken mahal.

Ama, aynı zamanda Ulus’u temsil eden en yüksek yer. Burada takılacak sıkmabaş yada sarık gibi bir dinsel simge devlete ve onun sisteminin temel direğine (laiklik) meydan okumak anlamındadır. Onun için herkes ayağa kalktı.

3- Murat Belge’nin bir yazısını okudum. “Marksistim ama Marksizme sadakat yemini edilen bir kurumda çalışmam” diyor. Bunu müthiş önemli buldum. Ömer Laçiner de aynı şeyleri ve böyle bir sadakat fenomeninin bireysel özgürlüğü kısıtladığını söylüyor. Devlet milletvekilinden, aydından, öğrenciden nasıl bir sadakat yemini isteyebilir?  Bir yemin içinde olanlar lokal, marjinal bir grubun veya cemaatin adamı olma mahkumu gibi geliyor bana.

Devlet  milletvekilinden ister, çünkü millet için yasa yapacak kişi başka bir ulus’a, ümmet’e, devlete vs. sadakat duymayacağını açıkça deklare etmelidir. Ama aydından ve öğrenciden isteyemez. Bu iş totaliterliğe gider.

Aydın, zaten, biat etmeyi reddeden adamdır. Sistem ne olursa olsun, aydının bir numaralı işlevi, rasyonalizme aykırı gördüğü herşeyi gözünü kırpmadan eleştirmektir. Hiçbir şeyi tabu kabul etmemektir.

“Rasyonalizme aykırı” dedim; çünkü aydın temel direği sezgi, inanç falan değil, tam tersine rasyonalizm (akılcılık) olan Batı’nın ürünüdür: “Aydın, modernleşme kendi ülkesine gelmeden modernleşmenin ürünü olmuş kişidir”.

Bunun içindir ki, “İslamci Aydin” koskoca bir “terimlerde çelişki”dir. Olsa olsa, “İslamcı entelektüel” olur. Mümkün mü bir İslamcı kendi YSO’sunu (Tanrı) eleştirsin? Oysa aydın kendininkini eleştirir. Rasyonel bulmuyorsa Türkiye’deki ulus anlayışını eleştirir, vs.

Çok kimsenin herşeyden emin olduğu bir ülkede kafan karıştığı için seni çok saygıdeğer buluyorum.

Tebrik ediyorum.

Gözlerinden öpüyorum.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı