Benim (ve daha kimbilir kaç asistanın) yetişmesinde anıtsal emeği olan Seha Meray bigün şöyle demişti:
“Kimileri sana hayatta nasıl olunması gerektiğini öğretir, kimileri de nasıl olunmaması gerektiğini. İkisi de aynı derecede önemlidir”.
Olaylara ve yorumlara nasıl bilimsel, yani kuşkuyla yaklaşmak gerektiğine örnek olarak bir eski öğrencimin e-posta iletisini geçen hafta aktarmıştım.
Bu hafta da, kendisinden ve bildiğinden kuşku duymayan bir üniversite öğrencisinden, 9 Mayısta çıkan “Medyamız ve kamuoyumuz uyusun da büyüsün, ninni” başlıklı yazıma cevaben aldığım imzasız e-postayı vereceğim.
Çünkü bu da aynı derecede önemli.
Yine, yana yatık (italik) yazılar konuğumun, diğerleri benim.
* * * * * *
“Sayın … , Prof.Dr. olmuş birisi nasıl bu kadar dar düşünebilir. Ben kendi çapımda fanatik olmama rağmen benim gibi düşünmeyenlere hoşgörüyle bakabiliyorum”.
Sevgili Kardeşim. “Sayın” dedikten sonra üç nokta koymuş olmanı, herhalde adımı unuttuğuna yoruyorum.
Tahminen 20 yaşındaki bir üniversite öğrencisinin, makaleler dışında 8 kitap ve 3 teksir yazmış 30,5 yıllık bir öğretim üyesini dar düşünmekle suçlamasını ise, çok takdir edilmesi gereken bir özgüven örneği olarak yorumluyorum.
Tabii, hocanın dar düşündüğünü, öğrencinin de geniş ufuklu düşündüğünü göstermek şartıyla. Şimdi ona bakacağız. Devam edelim:
“80 öncesi olaylarını ben yaşamadım ama olaylardan zarar görenler için üzülüyorum; ülkem adına, ülkem için üzülüyorum. Lütfen tek taraflı yaklaşmayın 80 öncesine. ‘Gazetecilik’ diyorsanız, sadece MHP’li değil, soruşturma geçirmiş, yargılanmış bütün siyasilerin adlarını/partilerini verin”.
Acaba, “80 öncesi olaylarını” doludizgin yaşamış olanların, onları “birilerinden” dinlemiş olanlara oranla daha çok bilip konuşabileceğini söylersem beni yine “dar” düşünmekle suçlar mısın? Mümkün.
Ama, yazımda geçen milletvekili örneklerinde, hiçbirinin adını ve partisini vermediğimi görmemiş olman mümkün değil. İstersen bir daha bak. Hiçbirinin partisini vermedim ki, MHP’li diyeyim. Onu sen söylüyorsun. Galiba, bir dil sürçmesi oldu. Böyle durumlarda çok olur.
Yazımda her iki tarafın da en güçlü argümanlarını vermeye büyük özen gösterdim. İstersen bir daha oku; şeriatçıların üçüncü noktası hiç de anlamsız değil. Bunu yazışımı onları savundum diye yorumladıkları için kaç tane dostum telefon edip kibarca azarladı. Eh, senden de tam tersini duyuyorum. Acaba bu durumda ben hangi noktada oluyorum, kafam karıştı. Senin kafan berrak. Bir de bunu yorumlar mısın?
“Eğer “kayıtsız ve şartsız ulus egemenliği”ne inanılıyorsa neden milletin talepleri, hassasiyetleri gözönüne alınmıyor? Acaba Merve Kavakçı’yı Tanrı mı seçti Ulus mu?”
Merve’yi ulus seçti ama, Merve Tanrı’yı seçenlerden.
Dinle şimdi: Tabii ki yaşamış olmak şart değil ama, Menderes dönemini hiç olmazsa okumuş olsaydın, bu söylediklerinin pek orijinal olmadığını görecektin. Menderes de “ulusun oyuyla” geldiği için “ulus adına” herşeyi yapabileceğini söylerdi. “Siz isterseniz hilafeti de getirebilirsiniz” demişti bir gün parti grubuna.
Milletvekilleriyle ilgili bir sözünü daha görecektin Menderes’in: “Ben kütüğü aday göstersem, kazanır!”. Demek ki, yalnızca “ulusun oyu” deyip geçmek fazla derinlik ifade etmiyor.
Daha önemlisi, sevgili kardeşim, “ulusun oyuyla” seçilenlerin, arabalarının arka camına “Egemenlik Ulusundur” değil “Hakimiyet Allahındır” diye çıkartma yapıştıran taifeden olabileceğinin farkında mısın?
Çünkü, Kemalist “Yukarıdan Devrim”, feodal kalıntıları bu kadar sürede ancak bu kadar tasfiye edebildiği için, şimdi bir de küreselleşmenin (yani uluslararası kapitalizmin) tokadını yiyen kitleler (yani, “ulus”), oylarını ikinci çıkartmayı yapıştıranlara veriyor.
Böylece hem fukaralaşmayı protesto ediyor, hem de bugünü ve yarını olmadığı için hiç olmazsa öteki dünyayı böyle garanti ediyor. (Tabii, bedava yurtları ve yemin karşılığı gecekondulara dağıtılan yiyecek torbalarını hesaba katmıyorum).
“8 yıllık kesintisiz temel eğitime millet KESİNTİSİZ özelliğinden dolayı karşı çıktı. Kıyamet mi kopardı 5+3 olsaydı?”
Kesintisiz olunca kıyamet niye koptu, bizzat R. Kutan söylesin (11.08.1997 tarihli sözleri): “O yaşa gelmiş çocuklarımız tabii imam-hatip liselerine gitmek istemeyebilir”.
Ben de söyleyeyim: 12 yaşındaki sübyana Tanrı Egemenliği kavramını aşılamak kolay ama, 15 yaşına gelmişe zor.
Şimdi, söyleme sırası sende: 5+3 olsun demek karşı tarafı birazcık fazla saf yerine koymak olmuyor mu?
“Apo’nun avukatlarının da Apo’nunda (-da ayrı olacaktı) canı cehenneme, mahkeme idamına karar verirse Meclis millete kulak vermek zorundadır”.
Apo’ya peki de, bir sanığın avukatlığını üstelik canı pahasına üstlenmek, senin gibi geniş görüşlü bir gencin “canı cehenneme” demesini hakkediyor mu?
“İnsan haklarını gidip şehit yakınlarına siz anlatın artık. Efendim herkes için insan hakları mı, hayır, sadece layık olanlar için”.
Benim gibi dar görüşlüler “Her insana insan hakları” derken, daha geniş görüşlüler böyle diyor anladığım kadarıyla. İyi de, “lâyık olan”ları kim belirleyecek? “Kendi çapında fanatik olan”lar mı?
“Bu milletin geçmişinde siz ve sizin gibiler yoktu, gidişat gösteriyor ki geleceğinde de olmayacaksınız. Bu son cümleme bakıp da işte hoşgörün demeyin, bu tercih -her ne kadar katılsam da- benim değil, ULUSUN”.
Yanaklarından öpüyorum, sevgili kardeşim.