Baskın Oran

Şamar oğlanı

Şimdi de var mı bilmem ama, vakti zamanında İstanbul’da  genç ve güzel oğlanların tellâklık yaptığı belli hamamlar varmış.

Buralarda yapılan alemler herkesin malumu olduğu halde, usturubuyla yapıldığı ve rezalet ayyuka çıkmadığı sürece, zaten halis muhlis “Bizans terbiyesi” –ve büyük olasılıkla da, olan bitenden ayrıca nasibini– alan çarşı esnafı ses çıkarmazmış. Ammaa, işin kokusu fazla çıkarsa –kuşkusuz, namusluluktan değil; alışverişe zarar verir korkusuyla– esnaf mırıldanmaya, huzursuzlanmaya başlarmış ki, o zaman hamamın sahibi o sırada yoldan geçmekte olan genç civanlardan birini yakalar:

“Seni gidi teres seni! Demek sen benim hamamımda böyle ahlâksızlıklara tevessül edersin ha!  Bidaha yapacak mısın ha? Ah sana! Al sana!” diye herkesin ortasında ayağının altına alıp pataklarmış. Böylece olan yalnızca şamar oğlanının pâre pâre kabaran gül yanaklarına olur, hamamın namusu kurtulur, artık epey bir süre çarşı esnafının çenesi kapanırmış.

Sevdiğim bir öyküdür; hani serde de hocalık var ya, “şamar oğlanı” ve  “hamamın namusu” gibi ilginç deyimlerin nereden geldiğini merak edip genel kültürünü artırmak isteyenler yararlansın ve ben de yazıma kupkuru gireceğime bir tarihsel öyküyle girmiş olayım, diye anlattım. Yoksa, asıl yazmak istediğim, basınımızın pek hoşuna giden bir bambaşka konu: Ergun Göknel ve İSKİ olayı.

Aslında, “güncel” olan şeyin basında “gündem”  olması kadar normal bişey olamaz. Yolsuzlukların ayyuka çıktığı ve kimseciklerin enselenemediği bir ülkede kıskançlıktan ne yapacağını bilemeyen bir hatun sayesinde enselenebilmiş birinin ibret-i alem için yargılanmasını istemek de doğal ama, Türkiye basını televizyonuyla, gazetesiyle ve dergisiyle bu olayda çok fena sınav verdi:

1) Bu basının yatacak yeri yok. Bu basın,  İLKSAN’a yedirilen milyarlar    için  “Ben verdirdim, n’oolmuş yani?” diyebilen kişinin Cumhurbaşkanı, sıfırdan başlayarak hoca maaşıyla neredeyse trilyonluk servetler edinebilen kişinin de Başbakan seçilmesine gıkını çıkartmadı. Tam tersine “Cumhurbaba!” ve “Muhteşem!” manşetleriyle alkışladı. Hâlâ da bu en önemli iki konuda gıkı çıkmıyor. Şimdi, Çiller hükümetinden aldığı milyarlarca krediyi riske sokmayacak bir kan, pardon, sansasyon kokusu alınca “yolsuzluk” diye bişeyin ayırdına varıverdi. Ayıp!  Şimdi de şamar oğlanının pataklanmasıyla rahatlayacak ve Şengül Hamamı icra-i sanat’a kaldığı yerden devam edecek.

2)  Asıl yolsuzlukların ortaya çıkmasını  falan istemeyen büyük basının, çok ikincil bir olay olan Göknel olayına,  “güncellik” dışında,   böylesine ihtirasla atlamasının galiba iki nedeni var:

Birincisi, SHP benzeri partilerin ve muhalefet partilerinin durmadan pompalaması. Birincisi SHP’yi, ikincisi de hükümeti yıpratacak. Bu olağan ve doğal. İkincisi,  bu işte bir “belden aşağı” öğesinin bulunması. Kendi apışarasına pek muhafazakâr yaklaşan, ama elâlemin apışarası söz konusu  olduğunda  bu denli ağzının suyunu akıtan bu ülkede, eh,  bu da doğal.

Ama pek doğal olmayan ve büyük basın açısından pek utandırıcı olan husus arıyorsanız, bu olayda artık onu da bulmak mümkün: Birinci neden yüzünden ikinci nedenin günahsızsızları suçlamak için hiç utanmadan    kullanılması. Esas bunun için, büyük basının yatacak yeri yok.

Çok mu soyut oldu? Peki. Yarın buyurun, adıyla, soyadıyla, rakamıyla, noteriyle somutlaştıralım.

 

Yarın: Bu Basının Yatacak Yeri Yok

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı