Baskın Oran

Bu basının yatacak yeri yok

Gözünüzü yumun ve farzedin:

Annesi, erkek kardeşi ve ilkokuldaki kızıyla yaşayan, eşinden ayrılmış, Mülkiye mezunu bir genç hanımsınız.  Ankara Büyükşehir Belediyesi özel kalem müdireliği gibi en azından 12 saat koşturmayı gerektiren, gözönünde, aktif bir görevdesiniz.

Bu önemli kamu kuruluşunun İstanbul’daki benzerinde bir skandal patlıyor. Hemen, Türkiye’nin en çok satan ikinci gazetesi Sabah’ta, “Haftanın Dedikodusu” sütununda Aykut Işıklar imzasıyla şu başlıkla bir yazı: “Ergun Bey’in Dişisi De Ankara Belediyesi’nde!..”

Yazı çıktıktan sonra, Bursalı bir iş adamının ismi var cismi yok, ama büyümek için çırpınan Flash TV’sinden aranıyorsunuz. Telefonda Aysun Albay hanım: “Hanımefendi, sizi takdirle izliyoruz, sizi ‘Başarılı Kadınlar’ adlı programımıza çıkartmak istiyoruz”. Kibarca, ilgilenmediğinizi söyleyerek  kapatıyorsunuz. Arkasından Flash TV bir daha arıyor. Bu sefer, Ankara Bölge Müdürü Murat Kul. Tonu da farklı: “Kusura bakmayın, bu akşam sizi flaş haber yapacağız, buyurun, savunma hakkınızı kullanın!”

Kendinizi nasıl hissediyorsunuz şimdi, iyi misiniz?

Bu cadı  avını başlatan Aykut Bey’e dönelim. “Vallahi ben görmedim. Sadece onun bunun dediğini yazıyorum”  dedikten sonra ne dediğini ben size aynen özetleyivereyim:

1) “Bütün şube müdürlerini iyi ve de yakından! tanıyormuş. İşle aşkı hiç ayırdetmezmiş. Bir de seyahat etmeyi seviyormuş. (Kendisiyle birlikte olmak isteyenlerle) dünyada görmediği ülke kalmamış. Şayet sevgili bulamazsa belediye adına yurtdışına çıkıyormuş. (…) Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Ne olmuş yani. Kadın dul. Sekse meraklı. Bundan kime ne?’ ”

Özet: Fahişe, diyor.

2) Devam ediyor: “Kimsenin birşey dediği yok zaten. Ama, iki kocasından da ayrılırken beş kuruş almadığı halde bu kadar çok katı nasıl aldığını merak ediyorlar. (…) Anadan babadan beş kuruş kalmasın (…) ama sen belediyede çalışırken üç-beş yıl içinde acayip zengin ol. Bu işin sırrını anlatsın yeter”.

Özet: Hırsız, diyor.

Ahmet Rasim  merhum muydu o, hani anlatır anlatır, arkasından da “Dur, kariim! (okuyucum)” der, izahata girişeceği zaman. Siz de durun. Genç gazeteci dostlarım da dursun, dinlesin:

Pek muhterem gazeteci kardeşlerim.  Bu memlekette dul bir kadının, yaşamını erkeklere parazitlik yerine günde 12 saat  koşarak kazanan kadınların,  başkalarına muhtaç olmadan yaşaması yasak mıdır?  İnsanların özel yaşamını üstelik gerçeklerle hiç ilgisi olmayan bir biçimde işportaya dökmekten başka ekmek  kapınız yok mu?   Başında mum falan mı tutuyordunuz? Sizce, her boşanan kadın, Allahın günü gazetelere ve ekranlara çıkardığınız Nurdan Erbuğ (Göknel’in eski eşi) gibi kocadan ayrılırken 12 milyar çarpmak zorunda mı? Ayrıca, erkeğin eli kınası, kadının yüzü karası, öyle mi? Tebrikler.

Unutmadan: Bu tür beldenaşağı konularla pek ilgilendiğinize göre, Maria Magdalena’nın öyküsünü de bilirsiniz tabii. Hayır, hayır, “Acı Pirinç”te oynayan Silvana Mangano’nun (onu da mı duymadınız?) kızkardeşi değil, ilk Hıristiyan azizelerindendir. Hani, fahişe olduğu gerekçesiyle taşlanarak öldürülmek üzereyken, İsa’nın ortaya çıkıp da “İlk taşı, hiç günahsız olanınız atsın!” demesi üzerine kurtulan kadın. Okumadınız mı? Yazmaktan, film çekmekten okumaya fırsat yok; çok kötü.

Ayrıca, hangi belgeye dayanarak “acayip zengin” olmaktan bahsediyorsunuz?  Başbakan yardımcılığına oynayan bir politikacının özel kaleminde çalışmaktan başka suçu olmayan bu genç kadının, ben sizin gibi korkmadan adlı adınca da söyleyeyim, Mülkiye’den on beş yıl önceki öğrencim Birsen Bozoğlu’nun Servet Beyannamesi’ni incelediniz mi? Ha, incelemediniz mi? Bu nasıl gazetecilik peki? Dedikodu, demek. O zaman Basın Kartı’nı bırakın, Dedikodu ve İftira Kartı alın. İddialarınızı kanıtlayana kadar öyle idare edin, çok dürüst bişey olur. Hiç olmazsa dürüstsünüz, değil mi?

İki sorum daha olacak, sonra dersimize geçeceğiz: Siz hiç, “Efendisine kızıp uşağını dövmek, eşeğine kızıp semerini dövmek” deyimini duydunuz mu?

Peki, geçelim: Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti’ni okudunuz mu? Dert değil, ben anlatayım. Romanda, Akyollu Mustafa Bey, düşmanı Derviş Bey’i öldüremeyince, onun yanaşmasının harmanını yaktırır. Bunun üzerine Derviş Bey’in ettiği laf öğretici:

“Aç kalacak değilsiniz. Herkes zararını alacak. Ben buna yanmıyorum. Düşmanımın bu kadar alçalışına yanıyorum”. Sizin romanda bu laf kimin ağzında anlam kazanır dersiniz?

Bugün fırça günüydü, yarın ders günü. Buluşmak üzere sevgiler.

 

Yarın: Gazetecilik Nasıl Yapılır

Önceki Yazı
Sonraki Yazı