Baskın Oran

Müslüman biraderlerimle üç uzun gün

Hollanda’da, La Haye yakınlarındaki 17. yüzyıldan kalma bir şatonun kongre oteline çevrilmiş eski ahırlarında, yemek salonundayız. Akşam yemeği öncesi garson gelmiş, içecek  siparişlerini alıyor. Midem berbat, üzerinize afiyet motorlar bozuk,  içi limon dilimli bir soda istemek için ağzımı tam açacağım, karşımda oturan Dr. Hamza Zaid atılıyor:

“Herhalde, sevgili biraderlerim (Dear Brothers!), bu yemek masasında içki içilmemesi konusunda aramızda bir oydaşma (common understanding) bulunuyor, öyle değil mi?”

Haydaa, ne diyor bu adam yahu? Biz bu Hamza’yı, Filistinli  El-Dajani’den sonra Arap takımının en ılımlı elemanı bellememiş miydik?  Damla içki içecek halim yok ama, kafam bağırsaklarımdan daha da bozulmuş olacak ki, bir yandan garsona:

“Bana bir bira lütfen!” diye cevap verirken,  bir yandan da Hamza’yı kibarca tersliyorum:

“Sevgili Biraderim, böyle bir oydaşmaya ne zaman vardık? İçki içen içmeyeni, içki içmeyen içeni kendine benzetmeye  kalkarsa, bütün gün sözünü ettiğimiz hoşgörü nerede kaldı?”

Hamza yanıt vermiyor ama, yüzünden belli, fena bozuldu.  Kıpırdanıyor. Huzursuz. Bişeyler aranıyor gibi etrafına bakınıyor. Nitekim, peçeteyi usulca bırakıp, yavaşça kalktı. Ben ismim gibi biliyorum, başka masaya gidiyor, ama öyle protesto mahiyetinde falan bir kalkış olmadığı için kimse farkında değil. O kadar ki, boş kalan yerine oturmak isteyen  iki kişiyi geri çevirdiler, oturan var diye.

Nitekim, Birmingham’da İslam Etüdleri Profesörü Nielsen, fırlama bir İngiliz, biraz önce uyanık bir Pakistanlının nasıl İngiltere’de İslamî adetlere göre kesilmiş “Helâl Et” satan dükkanlardan “vergi” aldığını anlattı, Dr. Hamza’yı ilerdeki masalardan birinde tesbit ediyor. Ama, yanımda oturan Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Profesör Mehmet Aydın, bakar bakmaz,     “Yahu, diyor, yanlış yere gitti, o masada benim bildiğim  içki içen iki kişi var!” Artık, yemeği falan unuttuk,  hep birlikte Dr. Hamza’yı  seyrediyoruz. Garson   o   masaya geldi, bişeyler sordu,  bitakım yanıtlar aldı … ve Hamza gene kalkıyor!

Bir ara, hazreti gözden kaybettik. Ana yemek de gelmiş, güzel bir beşamel soslu balık, ona giriştik. Fakat Nielsen, pes etmemiş,  bu sefer sol ilerimizdeki Arap masasını gözüyle işaret ederek enfes bir espri patlatıyor:

“Don’t worry! He’s found himself a Helal Table this time! (Merak etmeyin, bu sefer bir Helâl Masa bulup oturdu!”

Sempozyumun (“İslamî Uyanış ve Batı”) müthiş iri yarı, başı sarıklı, eli tesbihli, sırtı cüppeli, sıkı şeriatçı bir konuşmacısı  var, adı Dr. Al-Faqeer (El-Fakir diye okunan adını sempozyum yöneticisi bir defasında yanlışlıkla “El-Kâfir” diye okudu!). Dr. Feqeer, Ürdün’ün eski Din İşleri bakanlarından olduğu halde pek İngilizce tekellüm edemiyor, konuşamıyor, bizim Dr. Hamza ona çevirmenlik yapıyor. Sempozyumdaki Müslümanlar benim gibi kâfir takımından değil, içki miçki içmiyorlar, bütün konuşmalara:

“Bismillahirrahmanirrahim, Selamünaleyküm ve rahmetullah, Brothers and Sisters! (Muhterem biraderlerim ve hemşirelerim!” diye başlıyorlar, hatta Bismillah’ın İngilizcesini de ekliyorlar ama, kaç tanesiyle konuştum, bağnaz değiller. Gel gelelim bizim Fakir, pardon, Dr. El-Faqueer çok sıkı Müslüman. Müslümanların sözcüsü tavrıyla, Batılıların demokrasisine karşı Müslümanların Şura’sı olduğunu söylüyor. İslam’da politika ile din ayrılmaz, diyor. İslam’da zorlama yoktur, dedikten sonra da, “Muhammed Bizans İmparatoruna mektup yollayıp hak dinine davet etti, ama  “adam, Peygamberin istediği gibi diyalog kurmadığı için’ harp haklı ve şart oldu” buyuruyor. Ondan sonra da, sözlerini, “İnanç ve düşünce özgürlüğüne tam bir güven” duyduğunu belirterek tamamlıyor.

Bütün konferans, Müslüman kardeşlerimin kürsüye gelip gelip “iman tazeleme”leriyle geçti. İçlerinden bir tek, bizim Prof. Mehmet Aydın,

“Şeriat, Kur’an’ın yorumundan oluştuğu için, temelde bir insan ürünüdür. Yeni olay ve gelişmelerin ışığında sürekli gözden geçirilmelidir. Müslümanlar araştırmayı hep Batı’dan beklerler, sonra da itiraz ederler. Biz kendi araştırmamızı kendimiz yapalım” dedi.

Sempozyumda, Coşkun Çörüz ve Fadime Örgü adlı iki gencecik insan da vardı. İkisi de Hollanda’ya çok küçük yaşta gelmişler,  çifte vatandaşlık almışlar, mükemmel İngilizce ve hiç aksansız Türkçe konuşuyorlar. Coşkun, Amsterdam Üniversitesi İslam Özel Kürsüsü Başkanı, Fadime de Avrupa Konseyi Azınlık Gençleri Komiteleri  Genel Sekreteri. Hollandalılar ikisini de el üstünde tutuyorlar. “Kâfir” kıymet biliyor!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı