Baskın Oran

Midye üzerine iki çift kelâm

Midye gibi toplumuz. Dışa karşı çok hassasız. Kapanıveriyoruz.

Ve şahtık, şahbaz oluyoruz.

٭٭٭

Birinci çift kelâmım şu:

İnsan hakları savunucularına karşı şimdi bir dava açma furyası başladı. Bunların bir kısmını görevliler kendiliklerinden (re’sen), bir kısmını da “büyüklerimiz”in istemesi üzerine açıyorlar. Bir kısmını da kurnazlığı akıllılıkla karıştıran “muhbir vatandaş”lar arzu ediyor; bunların bütün işi bu, ileride teker teker yazacağım. Eskiden aynaya bakılırdı, şimdi internete bakılıyor; orada ayna gibi yazıyor.

Bu davalar hakkında konuşmak veya yazmak istedin mi, ceza hazır: Hazırlık soruşturmasından başlayarak kesin karara kadar işlemler hakkında sözlü veya yazılı “mütalaa”da bulunursan, bunu Basın Yasası md.19 parayla (50 milyar), TCK md.288 ise hapisle (3 yıl) cezalandırıyor. “Mütalaa” denmiş ki, her dediğin buna girsin.

ABD’de kararları 12 kişilik bir jüri verir. Bu bir düzine insanı, evlerinden barklarından alırlar, karar verene kadar etkilenmesin diye bir yere tıkarlar, dışarıyla ilişkiden men ederler. Biz de Hollywood filmlerinde seyredip Vay Be! deriz. Düşünmeyiz ki marifetin padişahı bizdedir. Ülkede ne kadar medya mensubu varsa, dahası, ne kadar vatandaş varsa, yani 70 milyon, men ederiz. Biz bazen kendimizi küçümsüyoruz kardeşim.

Dert değil; nihayet bu vatan bizim; ne diyebiliriz ki. Ama kimini suçlayıp içeri at, kimini bırak konuşsun, bu olmuyor.

Çünkü olayın dumanı üstündeyken Kara Kuvvetleri Komutanı “Bu astsubay iyi çocuktur” diyerek veya Jandarma Genel Komutanı “Bu lokal bir olaydan ibarettir” diyerek işareti çakarsa, onlar “yargıyı etkilemiş” sayılmıyor. Çünkü büyük adamlardır, yargıyı etkilemezler. Ama bir gazeteciysen, küçük adamsındır, yargıyı etkilersin, md.19 ve md.288 senin için yazılmıştır.

Veya, altı okka ağırlığında bir devlet kuruluşu veya bir siyasal parti cümbürcemaat bir heyetle davanın görüldüğü yere “çıkartma yapar”, ona ceza yoktur. İki satır yazana vardır.

Ama bu durum “mâşerî (ortak) vicdan”ı zedelermiş, önemli değildir; vicdanı hallettik de, mâşerîsi kaldı. Önemli olan, büyükleri serbest bırakıp küçükleri bağlamaktır.

٭٭٭

İkinci çift kelâmıma gelelim.

Üniversitede profesörsündür, bir gün bir zarf gelir. Devlet hiç sormadan seni Başbakanlık’a bağlı bir danışma kuruluna üye atamıştır. Huzur hakkı falan da almadığın gibi, bütün gün süren toplantılarda öğle yemeğinin parasını da cepten verirsin. Sonunda oturup “üst kimlik, alt kimlik” diye resmî rapor üretirsin, istisnasız herkesi kucaklayan “Türkiyeli” kavramını tartışmaya açarsın, o zaman iki “muhbir vatandaş”ın dilekçesi işleme konur, derhal mahkemeye verilirsin, 5 yıl isterler.

Dert değil; nihayet bu vatan bizim; ne diyebiliriz ki. Ama kimini suçlayıp içeri at, kimini bırak konuşsun, bu olmuyor.

Çünkü aynı kavramları senin arkandan MİT’in 2 numaralı yöneticisi kullanır (bkz. Radikal, 7 Aralık 2005), hatta bizzat başbakan dilinden düşürmez (bkz. bütün gazeteler, bütün televizyonlar, her tarih), ama ilgili makamlar bunu suç saymaz.

٭٭٭

Büyüklerimiz niçin böyle yapıyor?

Çünkü birinci durumda bu dava furyasını garip bulan ne kadar Batılı gazeteci varsa dışarıdan geliyor, kapıya dayanıyor. Büyüklerimiz çok rahatsız oluyor. Batılı gazetecileri engelleyemediği için Türkiyeli insan hakları savunucularını engellemeye çalışıyor. Yani çözümü içeride arıyor. Sonuçta yumurta ile tavuk durumları beliriyor; o ayrı mesele tabii.

İkinci durumda ise sınırlarımız dışında yeni bir komşumuz dünyaya geliyor, petrol zengini de olabilecek bir Kürdistan, onun üzerine büyüklerimiz çok huzursuz oluyor, politikalarını gözden geçiriyorlar ve çözümün Türkiye içinde bulunması gerektiğini birdenbire keşfediyorlar.

Hele, daha devlet olmamış Barzani, K.Irak’ı kastederek “İster Kürt, ister Arap, ister Asuri, ister Yezidi olun. Bu topraklarda yaşıyorsanız, Kürdistanlısınız” diyerek 700 yıllık bir devlete muazzam bir ders verdikten sonra (Milliyet, 14.12.2005).

Ve hatta, Türkiye içinde “içerde” bulunan biri bile sınırlarımız dışındaki bu durumdan rahatsız olduktan sonra…

٭٭٭

Çocukluğumuz İzmirinde bir tekerleme vardı: “Aziz dostum kertenkele, vur başını yerden yere”. O artık değişti, şöyle oldu:

Aziz dostum midye, al başını ellerine, kulak ver kıssadan hisseye”:

İçten etkilenmeye açık olmazsan, dıştan etkilenmeye açık olursun.

Bir gün gelir, açılıverirsin.

İki kabuğunun arasına sert bir cisim sokup büküverirler, açıverirler.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı