Yirmi günü geçiyor, Bodrum’un ANAP’tan müstafi belediye başkanı Tuğrul Acar sıkı bombardıman altında. İlan ettiği yeni imar planı nedeniyle çevrecilerin bombardımanı.
Ben planı alıp bizzat incelemiş değilim. Ama her gazetede her Allahın günü çarşaf gibi yazıldığından, “Bodrum’a bir Bodrum daha ekleyecek” olmasıyla eleştirilen bu belgeyi herkes gibi ve herkes kadar biliyorum. Eksik olan, belediye başkanının bu planı nasıl savunduğu.
Nasıl savunduğu, çünkü bu başkan şimdiye kadar Bodrum’un bir yandan mafyalaşmasına, bir yandan da betonlaşmasına direnişiyle tanındı. Bir yandan Halikarnas Disko’yla mücadele etti, bir yandan da kaçak villaları yıktı. Bu yüzden de Mesut Yılmaz’ın hışmına uğradı; partisinden istifa zorunda kaldı. Şimdi ne oldu da birdenbire döndü?
Bunu merak ediyorum. Geçen gün görüştüm.
Dedim ki, şimdiye kadar betonlaşmaya karşı çıktın. Plana itiraz edenler (ki herkes aynı şeyi tekrarlıyor), muazzam bir betonlaşmanın geleceğini, örneğin yemyeşil Bitez’in mahvolacağını söylüyorlar. Nasıl oldu bu 180 derece dönüş?
“Bitez’de arazinin % 5’ine bina yapabiliyordun. Şimdi bunu 7,5’a çıkardık. Ama, şunu getirdik:
“Eskiden adam, arazisinin istediği yerine getirip ev dikiyordu. Ben bu durumda nasıl hizmet ve altyapı götüreyim? Nasıl yol açayım? Şimdi plana göre ancak şu köşesine yapabilirsin, diyorum. Üstelik, adamın arazisinin yüzde 20’sini yol ve yeşil alan diye alıyorum. Ben bu insanları plan gelecek diye dört yıldır zor zaptettim. Büyük talep var. Kaçak yapıyor. Kaçaklar artarsa, yıkmaya yetişemem. İlk aleyhte yazıyı yazan Zeynep Avcı toplantıda kalktı, ben evimin yakınına başka ev yapılmasını istemiyorum, gürültü istemiyorum, dedi. Olur mu yahu, sen nasıl başkasının malına karışıyorsun? Üstelik, askıya çıktık, itirazı olan yapsın, gereken değişiklikleri yapalım”.
Planını savunmak için Tuğrul Acar’ın söylediği esas şeyler bunlar. Tabii, işin bu kadar basit olmadığını sanıyorum. Büyük olasılıkla, itiraz edilecek ve düzeltilmesi gereken çok şey olmalı.
Ama, şimdi de ben bişeyler söyleyeyim.
Dediğim gibi, imar planından anlamıyorum.
Ama, sanırım 2,5 yılda ben Bodrum’un en önemli sorununu anladım ki, pek fazla kişi yakalayabilmiş değil.
Bu Bodrum’da bambaşka, alabildiğine teknik ve herşeyden önemli bir olay var:
Mandalina’nın nezaketi!
Mandalina, ki Bitez gibi yerlere tepeden baktığınızda göz alabildiğine yeşilliği o oluşturur, müthiş nazik bir ağaç. Zeytin gibi değil.
İki yıl üst üste sulama yapma, hemen kavruluyor. Üç yıl yapma, ürün vermiyor. Ayrıca her yıl dibini açmak, budamak, gübrelemek ve ilaçlamak şart. Her yıl. Bir yıl ihmal et, hemen kötülüyor.
Gözümle inceledim, bahçe gezdim, bahçe sahibiyle tartıştım, bahçesine bizzat bakamayanların bahçesi işlemek karşılığında ürünü onunla bölüşen yarıcılarla, yani bura deyimiyle “ortak”larla konuştum.
Eh, biraz da sosyal bilim yalamışlığımız var.
Gözlemlerim şunlar. İyi dinleyiniz, sonunda söyleyeceğim şeyi başından söylüyorum:
Bodrumlular mandalina bahçelerini kurumaya bırakıyorlar!
Bir süre sonra Bodrum’da mandalina bahçesi kalmayacak!
İmara açılmak yüzünden değil. Şu nedenlerle:
1) Söylediğim gibi, mandalina bahçeciliği aşırı zahmetli, bura halkı da (her Akdenizli gibi) epey tembel. Sadece, “Baba yadigârıdır” falan diyen dinozorlar bir çaba gösteriyorlar, o da ancak bir “ortak” bulabilirlerse. O da çok zor bulunuyor.
2) Buna karşılık, mandalina az para ediyor. Üstelik, buranınki enfes kokulu olduğu halde, çekirdekli diye tutulmuyor. Millet gidip, Rize’nin Bodrum’a göre plastik tadından farksız, ama çekirdeksiz mandalinasını yeğliyor.
3) Diğer yandan, mandalina bahçelerine tatil köyü, villa, vs. yapmak için büyük kentlilerden muazzam, dayanılmaz bir talep var. Rant bu güzel yerde korkunç yüksek. Yerlinin buna dayanması çok güç.
Bu durumda Bodrumlu rasyonel davranıyor.
Espri yapmıyorum. Bu rezil koşullarda, Bodrumlunun bahçesini kurumaya bırakması maalesef ekonomik bakımdan rasyonel oluyor. Hatta, kurusun diye dibine asit dökenleri söylüyorlar.
Yani, kardeşim, işin gerçeğini isterseniz, bu koşullarda bir Bitez’in bu haliyle Bitez kalmasına imkan yok. Maalesef yok.
Herşeyi hiçbir değişiklik yapmadan olduğu gibi tutma felsefesinin (ki, çoğu çevrecinin felsefesi korkarım bu) Bodrum’a büyük zararı var.
Bodrum’da mandalina bahçesini kurutmaya çalışmayıp kurtarmaya çalışana bir biçimde prim verirsiniz, Bodrum’da yeşil ancak o zaman bir kurtulma şansına sahip olur. Büyük kentlerde dökülen ahşap konaklar için de aynı durum söz konusu değil mi?
Yoksa, inşaat iznini bugün yüzde 5’ten 7,5’a çıkarırsınız, bu nüfus artışı ve bu köşedönmeci burjuvalaşmayla gelecek yıl o da yetmez olur bu insanlara.
Bodrum gibi, metropollerin göbeği gibi, rantın gökkubbeyi deldiği yerlerde planlar ancak ekonomik gerçeklerle uyumlu olduğu zaman uygulanabilir. Ama, bu da belediyeleri aşan bir olay.
Üstelik, kiminle uygulayacaksınız?
Kendi partisinin belediye başkanını aşağılamak için elinden geleni ardına koymayan, bu arada belediyenin yıkmaya çalıştığı kaçak iskelenin diskocu sahibine destek olmak için o iskeleden mavi yolculuğa açılan bir başbakan Mesut Yılmaz ile mi?
“Bodrum çarpık yapılaşmanın pençesine düşmüştür” diye demeç verdiğinin ertesi günü, belediyenin yıkmaya çalıştığı kaçak restoranın kurdelesini âlâyı vâlâ ile kesen bir bakan Işılay Saygın ile mi?
Yoksa, “Tornacı Başkan” diye adam aşağılayan, Halikarnas Disko sahibi Süleyman Demir’in canciğer dostu, Güvercinlik mücavir alan dışına çıktı da kaçak villam yıkılmaktan kurtuldu diye zil takıp oynayan bir gazeteci Leyla Umar ile mi?