Baskın Oran

Lozan’ı eleştirmek

Geçen hafta Lozan’ın yıldönümüydü. Dikkat ettiyseniz (ben etmemişim, eşim  uyardı), bu yıl benim anımsadığım kadarıyla ilk kez “bayram” biçiminde kutlandı. Bunun nedenleri üzerine düşündüm, bir kez, Lozan 70 yaşındaydı; önemli bir yaşdönümü. Ama belki de asıl neden, Sevr laflarının edildiği ortama duyulan büyük tepkiydi.

Her neyse, Lozan bu yıl her zamankinden fazla ilgi topladı. Bilim adamlarımız  basın ve televizyonda Lozan’ı yücelttiler. Benim itirazım buna değil, çünkü neresinden bakarsanız bakın, çok önemli bir belge. Benim itirazım, bu değerlendirmelerin  hiçbirinin Lozan’ı eleştirel açıdan ele almayıp, yalnızca övgüyle yetinmesine.

Bilim adamlarının, kendi ülkelerinin daha iyi bir yere gelmesi için çaba göstermeleri güzel bir şey. Övgü de bunun yöntemlerinden biri. Ama yalnızca övgü, adlı adınca söylemekten çekinmemek gerek, mastürbasyondur ve malum, biz milletçe buna pek meraklıyızdır. Asıl yararlı yöntem, kendi ülkesine sürekli olarak eleştirel bir gözle bakabilmekten geçer. Eleştirel gözle bakacaksın ki, uygulamanın  eksik ve kötü yanlarını sürekli olarak düzeltmek suretiyle onu daha iyiye götüresin. (Not: Eleştirel gözle bakmak demek, iyi yönünü belirtmeden yalnızca kötülemek değildir, unutmadan belirtmiş olayım).

Daha önce de yazdım, her fırsatta da yazacağım, bir ülke eleştirilmekten değil, yalnızca övülmekten korkmalı.

Lozan’ı eleştirmek deyince, insanın aklına hemen, birtakım aklı evvellerin “Adaları Yunan’a bıraktılar” cinsinden “milliyetçi” geri zekâlılıkları gelmesin. Bana kalırsa, kimi Kürt aydınlarımızın yaptığı gibi bu antlaşmayı  Kürtlere ayrı bir devlet kurmamakla, Kürt bölgelerini yeni Türkiye’ye katıvermekle suçlamak da gelmesin. Şundan dolayı:

Bilimde her belge, kendi yapılış koşulları ve kendi işlevleri içinde değerlendirilir. Ormanlarla ilgili bir yasayı, neden üniversitelere özerklik getirmiyor diye eleştiremezsiniz. Lozan, Türkiye’nin kuruluş belgesiydi; Kürdistan’ın değil. Konuyu tersinden, Türklerle Kürtler “becayiş” yapıp yüz seksen  derece yer değiştirmiş gibi düşünelim. 1919-22  mücadelesini  yapanların ve yönetenlerin  ağırlığı Türklerde değil de Kürtlerde olduğu için 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması sonucu Kürdistan kurulacak ve  büyük olasılıkla da Türklere ayrı bir devlet kurmak yoluna gidilmeyecekti.

Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranları, neden bir de Kürdistan kurmadılar diye eleştirmek  fazla anlamlı değildir. Hatta, Antlaşma’nın yarınki yazımda derinlemesine ele alacak olduğum “Azınlıkların Korunması” bölümüne niye yalnızca gayrı müslimler alındı, Kürtler alınmadı diye eleştirmek de gerçekçi değildir. Çünkü hem dönemin turnesol kağıdı ulus değil dindir, hem de “azınlıkların uluslararası korunması” büyük devletlerin müdahalesini meşrulaştırmış ve tarih boyu fazlasıyla ağız yakmış bir “yoğurt”tur..

Fakat şunu söylemekten kaçınmak da aynı derecede anlamsızdır:

Kürtler, yeni Cumhuriyet’in kurucu öğelerinden biriydi. Kurtuluş Savaşı’nın yöneticileri de 1919-22  arasında durmadan bunu yinelemişlerdi. Üstelik, M. Kemal Paşa’nın daha Lozan imzalanmadan yaptığı  Ocak 1923 İzmit Basın Toplantısı’nda kendi ağzıyla da söylediği gibi, 1921 Anayasası yerel özerkliği öngörmekteydi ve buna göre Kürtler, çoğunluk oluşturdukları yerlerde bundan yararlanacaklardı.

Eleştirilecek yer işte bundan sonra,  Lozan  temmuzda imzalanıp da   Cumhuriyet ekimde ilan edildikten sonra başlıyor. Yeni anayasa (1924) artık yerel özerklik falan tanımamaktadır. Kürtler birdenbire tümden yok sayılıvermişlerdir. Dillerini konuşmaları bile yasaklanmıştır. Ama bu, Lozan metniyle ilgisi olmayan bir olgudur.

Orman kanunu, üniversite özerkliği getirmedi diye eleştirilemez ama, bir değişiklik sonucu artık ormanın bazı ağaçlarını ağaçtan saymazsa, eleştirilebilir.

Peki, Lozan metni değil de, Lozan uygulaması ele alınacak olursa, Türkiye’nin hiç mi eleştirilecek yanı yoktur? Bunu da yarın tartışalım.

Yarın: Lozan’da Azınlık ve İnsan Hakları

Önceki Yazı
Sonraki Yazı