Çocukluğumun İzmir Fuarı her çocuk gibi benim için de müthiş önemliydi, her sene en son model Ford’un sergilendiği Amerikan pavyonu pek eğlenceliydi, o yıl o pavyonda dağıtılan o sütlükahve renkli plağı herkes gibi kuyruğa girip alışım olağanüstü heyecan vericiydi…
O akşam, ki tarih 1950’lerin en başlarıdır, Fuar’da beni gezdiren ablamı eve zor sürükledim, plağı hemen Sahibinin Sesi’ne koydum, iğnesini değiştirdim, kolunu kurdum, Celal İnce’nin tanıdık sesi dönmeye başladı:
“Amerikaaa, Amerikaaa,
Türkler dünyada durdukçaaa,
Beraberdir seninleee
Hürriyet saa-vaa-şıın-daaa!”
Devir Menderes devriydi. İkinci Dünya Savaşına katılmamış Türkiye dünyada çok yalnızdı, Amerika Türk dış politikasında tekti ve Sovyetler ham yapmasın diye bizi koruyup kolluyordu.
Hititlerden beri, Küçük Asya’ya egemen her devletin kaçınılmaz politikası olan dengecilik, yerini tek yönlü bağımlılığa bırakmıştı.
Aradan neredeyse yarım yüzyıl geçti, Sovyetler battı, tehlike uçup gitti, ama bugün Türkiye’yle Amerika’nın aşkı 1950’lere taş çıkartıyor.
Çünkü Türkiye, kendi insanına insan muamelesi yapmamak yüzünden dünyada çok yalnız, Amerika Türk dış politikasında yine tek ve bu sefer de İMF’nin ham yapmasından bizi koruyup kolluyor…
* * *
Böyle bir durumda Menderes’in politikası, o günleri bilmeyen gençlere inandırmak zordur ama, Türkiye’nin yalnızlığını ve Amerika’nın bu tekliğini artırmak olmuştu:
Dış politikasını tüm Üçüncü Dünya’yı kendine düşman yapmak ve Sovyetlerin dostluk önerilerini sürekli reddetmek üzerine kurdu, ekonomisini Amerika’dan ha bre alınan borçları yeni borçlarla ödemeye dayanan bir kısırdöngü üzerine oluşturdu, iç politikasını da demokrasi isteyen gazetecileri hapse atmak üzerine inşa etti.
* * *
Peki, bugünkü tablo nedir?
Ecevit’in Amerika’ya giderken çeyiz olarak seçtiği “armağanlar” anlamlı:
1) Fatih’in fermanı ile Akın Birdal’ın altı aylık ceza ertelemesini götürüyor.
Yalnız, bir sorun var: Fikir özgürlüğü yasalarını çıkartamayınca Fatih’in 536 yıllık fermanını götürmek ve duvara slogan yazan 16 yaşında gençleri işkenceden geçiren sistemi değiştiremeyince bir kişiyi altı aylığına tahliye etmek Amerikalılar tarafından “Tuvalet kağıdı bulamadık, zımpara kağıdı verelim” esprisiyle yorumlanabilir.
Çünkü, aynı günlerde, daha bir hafta öncesinde İstanbul Sağmalcılarda mafya karşısında tamamen aciz kalmış Türk Devleti, Ankara Ulucanlarda dört duvar arasına sıkışmış siyasal mahkumları önce döve döve, sonra av tüfekleriyle vurarak, aynen evdeki akvaryumda zıpkınla balık avlar gibi öldürüyor. Arkasından, mahkum yakınları coplardan nasiplerini alıyorlar.
Çünkü, kendini “Satanist” ilan eden manyak bir genç bir kızı öldürünce, Türkiye’de ne kadar uzun saçlı ve siyah tişörtlü genç varsa tutuklanıyor ve fişleniyor, ne kadar Heavy Metal çalan müzik kulübü varsa mühürleniyor…
Ve bütün bunların sonucunda AB artık iyice dışlanırken, ABD tamamen tek kalıyor.
2) Ecevit, bir yandan Yunanistan’la, diğer yandan Suriye’yle ilişkilerin normalleşmesini yanında götürüyor ve “herkesle kavgalı Türkiye” imajını düzeltmek istiyor.
Yalnız, aynı günlerde, Gülhane’nin açılışında konuşan Diş Tabip Tuğgeneral Işımer Türkiye’nin Arap komşularından “Develer” diye bahsediyor. Türkiye’deki İslamcılar ise, konuşmada, Türkçe argoda ne anlama geldiğini Nazmiye Hanımefendinin dahi anladığı “Onları da bir şekilde belleyeceğiz” deyimiyle anılıyor…
3) Ecevit Amerikalılara son ve en büyük bir çeyiz daha veriyor. Oraya giden bir işadamına “Biz bile Ecevit’den daha solda kaldık” dedirtecek biçimde, “Özel girişimci bir anayasa değişikliği yaptık, uluslararası tahkimi de getirdik” müjdesini açıklıyor.
Yalnız, bu müjdenin de Amerikalılarda gizli gülücükler doğurmuş olması mümkün. Çünkü, bizzat Dünya Bankası Başkan Yardımcısı ve Baş Ekonomisti Josep Stiglitz’in daha bu ay Cenevre’de aynen şöyle söylediğini işitme sorunu olan Ecevit herhalde duymadı ama, onlar duydular:
“Liberalizasyon dogması kendi başına bir amaç haline geldi. Gelişmekte olan ülkelere hızla serbestleşmeleri için baskı yapılıyor. [Ama] Yeni iş olanakları, işlerini kaybedenleri kapsayacak bir hızda oluşmuyor” (Bkz. Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 29.09.1999).
Yani, Türkiye bu konuda bile dünya gelişmelerinin tersine gidiyor ve Amerika gittikçe tek alternatif olarak kemikleşiyor.
Başlıkla başladık, başlıkla bitirelim:
Evvelsi günkü Financial Times’da çıkan Leyla Boulton imzalı haberde bir Amerikalı analistin şöyle dediği yazılmıştı: “One reason our relationship is so good is that we’ve been the only show in town” (İlişkilerimizin bu kadar iyi olmasının bir nedeni de, hep kasabadaki tek eğlence yeri [çalınacak tek kapı] oluşumuzdur).
Küçük Asya’nın daima tek alternatifi olan denge politikası bu toprakta çok az istisna yaşadı. İttihat Terakki Almanya’yı; Menderes ve Özal da Amerika’yı tek görmüşlerdi. Ama üçünün de hareket motoru temelde dış dinamikti: Dünya politikası zorluyordu.
Bugünse, temel sorun iç dinamik: Türkiye’nin dışlanması, küreselleşmenin büyük önem verdiği insan hakları karnesini düzeltmemekte direnmesinden doğuyor ve ABD “kasabadaki tek yer” kalıyor.