Baskın Oran

Öforya

Az bilinen, ama çok önemsediğim bir sözcüktür. Duruma tam oturmakta.

Deprem sonrasında her iki ülkede de bir öforya, yani kendini çok iyi hissetme duygusu yaşanıyor. (“Sevindirik olma” da diyebilirsiniz).

Bütün bunlar bir depremle mi oldu?

* * *

Depremin “bardağı taşırıcı” rolü kesin. Ama, ortada yıllardır bir “dolmuşluk” durumu vardı. Her iki taraf da didişmekten, Herkül Millas’ın dediği gibi, fazlasıyla sıkılmıştı. (Bu son sözcüğe noktalar da koyabilirsiniz; daha bile doğru olur).

Yine de bir başlangıç arıyorsanız, öforya Yunanistan’da başlayıp bu tarafa doğru geldi. Bunun analizini, Yunan Halkı ve Yunan Devleti olarak iki düzeyde yapmalı:

1) Yunan halkı, depremde yaptığı yardımla Türk halkına ve Türk-Yunan ilişkilerine büyük iyilik etti.

Bilmeden, kendine de.

Sokaktaki Yunanlı, Eski Yunan’ın kültürel mirası ve Ortodoksluk gibi unsurların yanısıra, ulusal kimliğini şimdiye dek bir Türk Karşıtlığıyla çimentolamıştı. Şimdi, aşağılayıcı yönü çok fazla olan bu büyük tatsızlıktan kurtuluyor. Öforya büyük ölçüde buradan geliyor.

2) Yunan devleti, aslında halkından da önce başlamıştı: Simitis’in 1995’te başa gelmesinden beri.

Neden?

Bir kere, Simitis’in bütün derdi Euro para sistemine dahil olmak ve artık Yunanistan’ı Batı’nın ayrılmaz parçası yapmak.

Bunu yapabilmek için de, kaynakları silah üretiminden ekonomiye kaydırmak gerek. Türkiye’yi durmadan dürten yaramaz çocuk imajını silmek gerek. Batı Trakya’daki insan hakları sorununu halletmek gerek. Yani, Türkiye’nin hâlâ halledemediği birtakım nafile sorunlardan kurtulmak gerek. Simitis, bunu yapıyor.

Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu (Andreas’ın oğlu) ise, AB ülkelerinin Yunanistan’a “ateşten kestaneleri çeken maymun” muamelesi yapmalarına artık bir son vermek istediğini gösteren çok akılcı çıkışlar yapıyor.

İkincisi, zaman çok uygun. Türkiye çok sıkıştı. Ekonomisi İMF’ye her zamankinden daha muhtaç, insan haklarına boşverdiği için uluslararası toplumdan itilmiş durumda, AB’den dışlanmanın acılığıyla kavruluyor.

Üstelik, Türkiye’de sağıyla soluyla “milliyetçiler” iktidarda olduğu için “Vatan Satılıyor” çığlıkları fazla duyulmayacak. SSK yasasını, tahkim yasasını, af yasasını, bütün bu rezaletleri bir başkası çıkarmaya yeltenseydi “milliyetçiler” ortalığı neye çevirirlerdi, bir tasavvur buyurun.

* * *

Fakat, bu öforya fazla sürmeyebilir. Türk-Yunan ilişkilerinin dinamiti olan konunun, yani Kıbrıs’ın, her zaman içten içten yanan fitili 28 Eylülde tutuşturuluyor. Ecevit-Clinton görüşmesi bunun için yapılıyor. ABD, Kıbrıs işinin bitirilmesini istiyor. Apo’yu tesliminin faturasını masaya koyacak.

Kıbrıs işi nasıl bitirilmek isteniyor?

Türkiye’nin tezi olan konfederasyon kabul edilecek, ama Kıbrıs Cumhuriyeti de AB’ye üye olacak.

Bu, en azından iki şey demek. Birincisi, konfederasyonun içinin boşaltılması demek. Çünkü Türkiye’nin garantisi kalkacak, kuzey ile güney arasındaki sınır kalkacak, KKTC Güney’in ekonomik istilasına uğrayıp silinecek.

İkincisi, Türk-Yunan ilişkilerinde Kıbrıs Türkiye’nin büyük ayakbağıydı ama, büyük kozuydu da. “Şu kadar asker çekerim, karşılığında Ege’de ne vereceksin?” demelere olanak verirdi. Şimdi bu da bitiyor. Kıbrıs kozu, Türkiye’nin elinden alınıyor. Mülkiye’den Dr. Melek Fırat’ın deyişiyle, “Kıbrıs sorunu Türk-Yunan paketinden çıkarılıyor, AB-ABD paketine sokuluyor”. Hiç karşılıksız.

Evet. Hiçbir karşılığı olmadan. Daha doğrusu, bayat bir havuç karşılığında: AB yolunda aday adaylığından, adaylığa terfi vaadi. Tabii, zor durumda olanlara daima yapıldığı gibi, bomboş bir vaat.

Onun için, bu iki taraflı öforyayı da, bugüne kadar herşeyi kurutmuş olan Kıbrıs sona erdirebilir. Üstelik, bir de, rasyonel Simitis’in, nöbeti Pasok’un milliyetçi Andreas Papandreu ekibine terk etmek zorunda kaldığını düşünün…

Öyle bile olsa, yine Herkül’ün dediği gibi, iki halk arasında dostluğun ve hatta sevginin mümkün olduğunu yaşadık.

Anlıyor musunuz, bunu yaşadık. Az şey midir?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı