Konuşmanın metnini henüz bulamadım. Yazacaklarım ister istemez gazetelerden okuduklarımla sınırlıdır.
Önce, birtakım eksiklikler var:
Birincisi, 55 sayfalık bir metinde Başkan Selçuk’un son günlerin iki felaketinden hiç söz etmemiş olması büyük ihmal: Tahkimde Danıştay’ın fiilen devre dışı bırakılması gibi bir melânet ve af yasası gibi bir rezalet.
İkincisi, daha felsefi düzeyde. S. Selçuk, laikliği “Devlet’in, inançlar karşısında yansız olması” biçiminde tanımlıyor. Yani, “Laiklik, Din ile Devlet’in ayrılmasıdır” demek istiyor. Bu, Amerikan tanımıdır ve Türkiye tecrübesi açısından yetersizdir. 16 Mayıs 99 tarihli Aydınlık’ta da yazdım ama, şöyle özetleyeyim:
Laiklik, en genele indirgenirse, “İktidarın Kaynağı Nedir?” sorusuna “Ulus” diye cevap veren akımdır. Eğer “Tanrı” diye cevap veren varsa, o şeriatçıdır.
Din-Devlet ilişkileri açısından ülkeleri üçe ayırmak gerekir: (aşağıdaki bilgileri, Mülkiye’de okuttuğum “Küreselleşme ve Azınlıklar” teksirinde bulabilirsiniz)
1) Temel (“tutunum”) ideolojisi Din olan feodalizmi (“Eski Rejim”i) hiç yaşamamış olanlar. İşte ABD böyle bir ülkedir ve bu tür ülkeler Din ile Devlet’i ayırabilirler, birbirlerine karıştırtmazlar. Devlet her türlü inanca eşit mesafede durur; ne yasaklar, ne de yardım eder.
2) “Eski Rejim”i altyapı devrimiyle (yani sağlam biçimde) ortadan kaldıranlar. Bunlar da ikiye ayrılır: İngiltere, uzun zamanda sindire sindire kaldırmış ve Protestanlık gibi zaten “laik” bir mezheple muhatap olmuştur. Dolayısıyla, Din’e fazla müdahaleye gereksinimi yoktur. Fransa ise “Eski Rejim”i görece kısa ve sert bir müdahaleyle kaldırmıştır ve Katoliklik’le muhatap olmuştur. Bu yüzden, Din’i denetlemeye devam eder.
3) “Eski Rejim”i bir üstyapı devrimiyle yıkmaya çalışanlar, yani tam yıkamamış olanlar. Bunların en tipik örneği Türkiye’dir. Bu tip ülke, Din’i sürekli denetim altında bulundurmak zorundadır. Kemalizm, genel oy’a geçildiği 1950’ye kadar bu işi Diyanet eliyle yapmıştır.
Dolayısıyla, S. Selçuk’un gazetelerden okuduğum kadarıyla söylediğinin aksine, Türkiye’de Devlet Din’e müdahale etmek zorundadır.
* * *
Zorundadır ama, katiyen şu anda yapıldığı gibi değil. İşte burada Selçuk’un söylediklerini iyi dinlemek gerekiyor.
Bir ülke, iki temel öğeden oluşur: Devlet ve Birey.
Devlet, laik olmak zorundadır. “İktidarın kaynağı Tanrı’dır” diyenleri Devlet örgüte yaklaştırmamak zorundadır. Birey’i Din’in boyunduruğundan kurtarmak için (yani, kısacası, demokrasi için) bu önkoşuldur. Örneğin, kamu hizmeti verenlerin giyimlerine bile karışır.
Ama Birey’i laik olmaya zorlamak mümkün değildir. Böyle bişeye kalkışırsanız, insan haklarını zedelemenin ötesinde, şeriatçıları kuvvetlendirmiş olursunuz. Örneğin, insanların bir evde toplanıp “hû” çekmelerine ve kamu hizmeti alanların (hele hele, üniversitede okuyanların) giyimlerine vb. karışılamaz. Oysa, 1998 yılında Hava Kuvvetleri Komutanı kalkıyor, herkesin ortasında halktan bir hanıma “Bu başörtüsünü takmasanız daha iyi olur” diyebiliyor. Selçuk’un “1930’ların bekçiliğine özenen gizli antikemalistler” ile kastettiği bu, işte. (Gizli değil, “bilinçsiz” demesi daha uygun olurdu).
Oysa, şu anda Devlet Diyanet’e 7 bakanlığın bütçesi tutarında bütçe veriyor ve Diyanet’in kesin emrine rağmen ne ezanlar şerefeden hoparlörsüz okunuyor, ne de cami yapımı için izin alınıyor. Genel oy’a geçildikten sonra Devlet Din’in elini tutarken, ona kolunu kaptırdı. Selçuk’un “laikçilik” derken kastettiği bu, işte.
Devlet’in Diyanet’i durmadan “Kabuklu deniz hayvanları yemek caizdir/değildir” veya “Organ nakli dinimize uygundur/değildir” diye fetva yayınlıyor. Bu da, S. Selçuk’un “TC, devlet örgütlenmesi açısından teokratiktir” dediği şey, işte.
* * *
Demek ki, yapılması gereken şu:
Devlet, din okulu açmayacaktır. Cami yapmayacaktır. İmam maaşı vermeyecektir, vb. Bunlardan kim yararlanıyorsa, onlar yapacaktır ve maaşını da toplayıp verecektir. Din okullarının mezunları, ilahiyat fakülteleri hariç, üniversiteye giremeyeceklerdir. Katiyen devlet yöneticisi olamayacaklardır. Madem din eğitimi istediler, din adamı olacaklardır. S. Selçuk’un “Cemaatlerin din okulları açmaları önlenemez” dediği bu, işte. Recai Kutan işine geldiği biçimde anladı. Bir de böyle anlatın, bakalım “altına imzasını” atıyor mu.
Ama Devlet din eğitimini, camileri, imamlarını vb. çok sıkı denetleyecektir.
Maaşını kendisi vermeyince bunu yapabilir mi?
Özel fabrikaları, kolejleri, şirketleri devlet mi yapıyor? Bunların çalışanlarına ücretlerini Devlet mi veriyor? Ama hepsini de, camileri denetleyebildiğinden daha iyi denetlediği kesin.
* * *
S.Selçuk’un konuşması, söylendiği gibi 30 yıllık geleneği değil, 75 yıllık geleneği sorguladı.
Koşulların inanılmaz ölçüde ve hızda değiştiği bir toplumda bir uygulamanın 75 yıl önceki gibi kalması iyi bişey ise, S. Selçuk yanlış söyledi. O kadar iyi bişey değilse, o zaman Kemalistlerin artık 1990’lara gelmesi lazım.
Çünkü 1930’larda Din’i başarıyla denetleyen Kemalizm, şimdi Devlet bütçesinden trilyonlar tahsis ederek şeriatçıları sadece güçlendiriyor. Durum fazlasıyla ortada.