Baskın Oran

İsrail-Filistin kavgasından, İsrail-Arap kavgasına

Davut, Golyat, Samson, Dalila… Daha o dönemlerde başlayan İsrail-Filistin kavgası, Yahudilerin İS 70’de Roma’ya isyan edip Avrupa’nın çeşitli yerlerine dağıtılmaları ve Arapların 636’da tüm Ortadoğu’yu işgal etmeleri de  dahil olmak üzere bin türlü olayla bölünerek çok uzun bir dinlenme arası verdi.

İkinci raund,  Avrupa Yahudilerinin, baskı yüzünden 19. yüzyılda  küçük dalgalar halinde Filistin’e göçmeleriyle başlayacaktı. Bu  göçler, dört önemli kilometre taşıyla vurgulandı: 1) İngilizlerin bölgeye stratejik ilgisinin birdenbire artmasına yol açacak Süveyş Kanalının 1869’da açılması, 2) Zionizm’in babası Theodor Herzl’ın “Yahudi Devleti” kitabını 1896’da yayımlaması, 3) 1908’de İngilizlerin İran’da ilk Ortadoğu petrolünü  bulmaları, 4) Bölgeyi dört yüzyıldır elinde tutan ve artık iyice zayıflamış olan Osmanlıların I. Dünya Savaşına girmesi. Bu ortamda İngiltere, bir devlet kurmak için kendisine oynayan Yahudileri tutacak, 1917’deki Balfour Deklarasyonuyla onlara bir “Ulusal Yurt” sözü verecekti.

Filistin, “Bereketli Hilâl” denilen bölgede  ve kıtaların  düğümlendiği  yerde  bulunduğu  için, beş bin yıllık tarihi boyunca otuz kez kadar işgale uğramış bir yerdir. Bununla birlikte, bölge halkları hep birbirlerine kaynadılar, gittiler. Örneğin Filistinliler, Girit kökenli oldukları halde Samileştiler, Araplaştılar. Fakat Yahudiliğin (tarih içinde sürekli baskı görmenin de yarattığı koşullar içinde) İsrailoğulları için “ulusal” bir din oluşu, bunun üzerine de 19. yüzyıl milliyetçilik ortamının binmesi, bu geleneği unutturacaktı. Nitekim Yahudiler 1878’de yapımına başladıkları yerleşim yerleriyle yetinmeyip, tüm bölgeye egemen olmak için, bugünkü İsrail Ordusunun çekirdeği olan Haganah Örgütüyle 1920’de teröre başladılar. Öyle ki, savaş sonrası düzende Filistin’i manda olarak alan İngiltere’yi, kitleler halinde Yahudi göçüne izin vermiyor diye canından bezdirdiler. Filistinlilerin kitle gösterilerine rağmen İngiltere 1919 ile 1936 arasında bölgedeki Yahudi nüfusunun elli sekiz binden, üç yüz kırk sekiz bine çıkmasına izin verdi.

Altı milyon Yahudi’nin öldürülmesiyle sonuçlanan II. Dünya Savaşından sonra yüz bin Yahudi’nin daha Filistin’e göçüne izin verilmesi üzerine patlayan şiddetli Yahudi-Filistinli çatışmalarıyla artık başedemeyen İngiltere, sorumluluğu yeni kurulmuş Birleşmiş Milletler’e (BM) bıraktı. Aslında,  bu örgüte   egemen olan devlete, ABD’ye bırakılmıştı sorumluluk. ABD o sırada özellikle Ortadoğu’da İngiltere’nin yerini almış, kendisine güvenilir bir üs bulmak istiyordu.

Böylece BM, hiçbir yetkisi bulunmadığı halde, 29 Kasım 1947’de aldığı 181 (II) sayılı kararıyla Filistin’i böldü. Yüzde 56,4’ünü bir Yahudi Devletine, gerisini bir Arap Devletine verdi. Bu Arap Devleti hiç kurulamadı. Ama, ikisi de sonradan başbakan olacak Menahem Begin’in İrgun örgütü ile İzak Şamir’in  Stern örgütünün Filistinlileri sistematik olarak katlettiği ve yedi yüz elli bin Filistinliyi göçe zorladığı bir ortamda, Mayıs 1948’de İsrail Devletinin kuruluşu ilan edildi.

Duruma zamanında uyanamayan Araplar, bu gecikmeyi yeni devlete saldırarak telafi etmek istediler ve orduları darmadağan olunca, İsrail Filistin’in yüzde 11’ini daha zaptetti. Bu, modern zamanların ilk  Arap-İsrail savaşıydı.

Bu senaryo, 1956’daki Süveyş Harekâtını ikinci Arap-İsrail savaşı sayarsak, 1967’deki  üçüncü savaşta da aynen yinelendi. Bu sefer, Ürdün’ün elindeki Filistin toprağı Batı Şeria ile, deniz kıyısındaki Gazze Şeridi de (bugünkü adıyla, “İşgal altındaki topraklar”) İsrail’in eline geçince, İsrail tüm Filistin’i  işgal etmiş oldu. Dört yüz on altı bin Filistinli daha mülteci  saflarına katıldı.

Yalnız, bu kadar darbe, Filistinlileri uyandırmıştı.1964’te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1974’teki Arap Doruk Konferanında Filistin halkının tek ve yasal  temsilcisi ilan edildi. Uluslararası ortam da değişmişti. BM, Filistinlilerin “kendi ülkelerini kurma” hakkını kabul ederken, Zionizm’i ırkçılığın bir biçimi ilan etti. Filistinlilerin yıldızı artık yükselişe geçmişti. Bu evreyi de isterseniz yarın ele alalım.

 

Yarın: FKÖ’nün iniş çıkışlı yaşamı

Önceki Yazı
Sonraki Yazı