28 Mayıs 1964’te Kudüs’te kurulan FKÖ, Arapların İsrail’den durmadan dayak yemesi sürecini sona erdirmeyi ve Filistin halkının dünyaca kabul edilen temsilcisi haline gelmeyi, İsrail’in yoktan varolmak için kullandığı yöntemi aynen benimsemesine borçlu oldu: Terör. FKÖ’nün temel yasasında, “Silahlı mücadele, Filistin’in kurtarılmasının tek yoludur” yazıyordu.
FKÖ, hem Arap askerlerinin aksine kendi vatanı için çarpıştığından, hem de gerilla taktiği uyguladığından İsrail’i alabildiğine tedirgin etmeyi başardı. O sırada zaten uluslararası planda gittikçe soyutlanan ve durumu ancak ABD kartı sayesinde idare edebilen İsrail, FKÖ’yle başa çıkabilmek için alabildiğine radikal iki karta başvurdu:
Bir, 1940’larda edindiği İrkun ve Stern deneyimlerini uygulamaya koyup FKÖ liderlerine suikast yaparak, iki, FKÖ’nün üslendiği ülkelere sık sık saldırarak, hatta buraları geçici işgal ederek.
Nitekim, durmadan bombaladığı Ürdün’ün FKÖ’yü “Kara Eylül” (1971) çatışmaları sonunda sürüp çıkarmasını sağlayan İsrail, Ekim 1973’de gene Arapların başlattıkları ama berabere kaldıkları dördüncü savaştan hemen önce, Nisan 1973’te örgütün yeni merkezi Beyrut’u basarak çok önemli üç lideri öldürdü. 1978’de Mısır başkanı Enver Sadat’ı ABD sayesinde Camp David’te diğer Arap ülkelerinden ayırarak anlaşma masasına oturttuktan sonra da Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal etti. Beşinci savaş sayılabilecek bu işgal sırasında FKÖ büyük başarı göstermekle birlikte, çok üstün İsrail düzenli kuvvetleri karşısında önce Beyrut’tan, sonra da Tripoli’den ayrılmak ve Tunus’a gitmek zorunda kaldı. İsrail buraya da saldırdı. Ekim 1985’te yüz yetmişden fazla Filistinli ve Tunuslunun yaşamına malolan saldırıdan Arafat son anda kurtuldu. El Fetih’in askerî lideri Halil El Vezir ( Abu Cihad) Nisan 1988’de gene Tunus’ta bir İsrail komandosunca öldürüldü.
FKÖ’nün uluslararası planda gittikçe kazandığı prestiji, İsrail bir yöntemle daha engellemeyi denedi. Kendi yetki alanında yaşayan kişilere “Terör örgütleriyle ilişkide” bulunmayı yasaklayan yasayı işleterek, FKÖ ile barış yapmak isteyen Yahudileri cezalandırdı. Bununla birlikte, FKÖ ile barış yapılması gerektiğine inanan Yahudiler örgütle diyalog kurmaktan çekinmediler. Bunlardan İsrailli barış taraftarı Abie Nathan 1989’da 1,5 yıla, 1991’de ise 3 yıla mahkum edildi. Bilim Bakanı Weizman, Ocak 1990’da kabine toplantısından çıkarıldı.
Bütün bunlara rağmen, artık FKÖ’nün kolu kanadı bağlanmıştı. Çünkü İsrail’in ezici askerî gücü tarafından, Filistin’e komşu ülkelerden uzağa sürülmüştü. İsrail’i vuramıyordu. Uluslararası terör de artık geri tepiyordu. Etkisi sıfıra yaklaşmıştı.
İşte tam bu sırada, geçen gün sözünü ettiğim “taş ve sapan” devreye girdi ve yepyeni bir çığır açtı: İntifada.
FKÖ artık öldü, dendiği bir dönemde, Aralık 1987’den başlayarak işgal altındaki topraklar (B.Şeria ve Gazze Şeridi) halkı İsrail askerlerine çoluk-çocukla birlikte taş atmaya başladılar. Sadece taş. Elle veya sapanla taş. Davut gibi.
Davut deyince, burada insanın aklına ikinci bir Ortadoğu masalı daha geliyor. Masal dinlemek için koskoca bir sultan bile bin bir gece sabrettikten sonra, artık siz de yarını bekleyebilirsiniz sanırım.
Yarın: Anka Kuşunun öyküsü