Baskın Oran

Anka kuşunun öyküsü

Anka kuşu (Batı kaynaklarında “Phoenix”- Feniks olarak geçer), Eski Mısır’da ve Antik Çağlarda güneşe tapmayla özdeşleştirilen bir büyük kuştu. Eskinin bilgelerinin anlattığına göre, en azından beş yüz yıl yaşardı. Yaşamının sonuna yaklaştığı zaman, kendisine kokulu yapraklardan ve baharattan bir yuva yapar, ateşe verir ve kendisi de ateşin içinde yanar, kül olurdu. İşte bu küllerdendir ki yeni bir Anka kuşu doğar, Mısır’daki güneş kenti Heliopolis’e doğru kanat çırpmaya başlardı.

Söylencenin diğer bir biçimine göre ihtiyar Anka Heliopolis’e uçar, kendini oradaki sunağın ateşine atar, genç Anka oradan göklere yükselirdi. Ama her iki durumda da genç ve güçlü Anka, yanıp tükenen eskisinin küllerinden doğardı… Tıpkı, kolu kanadı kırılmış FKÖ gibi. Filistin halkının üzerine tankla gelen İsrail askerine, ısrarla taştan başka birşey  attırmayan ve bu halkın kafasına, kalbine ve eylemine A’dan Z’ye hükmettiğini tüm dünyaya kanıtlayan  FKÖ, (Nazilerce katledilen Yahudilere 1948’de İsrail’i yoktan var etme olanağı tanımış olan) dünya kamuoyunun dikkatini ve takdirini  bir kez daha kazanmıştı. Hele bir de, İsrail askerlerinin bir Filistinlinin kolunu taşla çatır çatır kırışlarını insanlar televizyonlarının karşısındaki rahat koltuklarından seyredince, kıyamet koptu.

Diyalektiğe göre, zayıflıktan kuvvet doğar. FKÖ’nün bu zayıflığından iki tür kuvvet doğdu.

1) İntifada Kral Hüseyin’e de göstermişti  ki, bir gün İsrail bu topraklardan çekilse bile artık Ürdün Filistinlilere egemen olamaz. Nitekim Hüseyin, Temmuz 1988’de bir açıklama yaparak B.Şeria üzerindeki haklarından vazgeçtiğini ilan etti. Buradan doğan hukuksal boşluğu, Kasım l988’de Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi (FUK) doldurdu. İsrail’in hukuken sahip çıkmaya hiçbir zaman cesaret edemediği “işgal altındaki topraklar”da Filistin Bağımsız Devletini ilan etti.

“Hükümranlık ilanı”, “işgal altındaki toprakların BM gözetiminde uluslararası koruma altına alınması”, “sürgünde hükümet ilanı” gibi çok daha ılımlı hukuksal yollara itibar etmeyen bu radikal karar, şaka değildi. Çok ciddi bir karardı. Çünkü hukuken tamamen BM kararlarına dayanıyordu. Önce,  Kasım 1947’de alınan 181 (II) sayılı Filistin’in Bölünmesi Kararına. Bu karar, Filistin’in yüzde 56’sını Yahudi Devletine veriyorsa, yüzde 44’ünü de Arap (Filistin) Devletine veriyordu.

Peki, topraksız devlet nasıl şeydi? Bir devletin üç temel öğesinden (toprak, halk, hükümet) Filistinlilerde yalnızca “halk” öğesi vardı. Toprak İşgal altındaydı ve hükümeti yoktu. Ama, bu devlet, kurulur kurulmaz kırkı aşkın ülke tarafından tanınıverince, Filistin Bağımsız Devleti, yasallığını, hiç tartışmasız biçimde, bu uluslararası tanımadan aldı ve FKÖ’yü çok güçlendirdi.

2) FUK kararının dayandığı ikinci BM kararı, Güvenlik Konseyinin ünlü 242 sayılı kararıydı. İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören,  bölgede mevcut bütün devletlerin  varolma hakkı bulunduğu bildiren, mültecilere adil çözüm getirilmesi gerektiğini söyleyen, ama Filistin halkının devlet kurma hakkından hiç söz etmediği için FKÖ’nün o güne kadar tanımayı reddettiği bu 242’nin  “Filistinlilerin self-determinasyon hakkının tanınması” koşuluyla kabulü, İsrail’in varolma hakkını kabul anlamına geliyordu.

FKÖ böylece, İsrail’in en büyük kozunu elinden almış oluyordu. Çünkü, İsrail’in en büyük dayanağı ABD, FKÖ’yle diyalog kurmak için en başta bu önkoşulu ileri sürmekteydi. FUK ayrıca, ABD’nin Kissinger zamanından beri (1975) FKÖ’yle diyalog kurmak için ileri sürdüğü diğer iki koşulu da (İsrail’i açıkça tanımak, terorizmi reddetmek) kabul etti. Bunun yanı sıra, FKÖ eylemlerinin yalnızca “işgal altındaki topraklar”la sınırlanacağı, yani İsrail topraklarının saldırı dışı kalacağı bildirildi. Bunların yanı sıra Arafat, Filistin temel yasasını “eskimiş” ilan etti.

Bütün bu gelişmeler karşısında ABD (önce epey bir nazlandıktan, Arafat’a New York için vize vermeme zontalığını gösterdikten ve bu yüzden de görüşmelerin Cenevre’ye alınmasına yol açtıktan sonra), sonunda Aralık 1988’de resmî temaslara razı oldu. Arafat çok büyük bir adım daha atmıştı. Fakat, daha gidilecek çook yolun bulunduğunu, bu yolun da iniş-çıkış bakımından eskisine taş çıkartacağını yaşayan görecekti.

 

Yarın: Filistin’in çilesi ve çaresi

Önceki Yazı
Sonraki Yazı