Sivil toplumu daha yeni yeni oluşan Türkiye’nin, karar oturumu için seçilmesi çok önemliydi. Bunun nedeni açıkça da söylendi: TBMM’nin 1 Mart 2003’deki ret kararı.
Mahkemede bütün sürecin bir tahlilini yaptım, sizlerle paylaşıyorum.
***
İlk tezkere (6 Şubat; “Türkiye liman ve havaalanlarının ABD asker ve teçhizatını alabilecek biçimde modernize edilmesi”) daha kimsecikler neyin ne olduğunu anlamadan kolayca geçmiştir. Çünkü Türkiye ABD’ye çok borçludur: İMF meselesi bir yana, ABD Apo’yu boşuna teslim etmemiştir. Ayrıca, Kürdistan korkusu dağları beklemektedir.
Bu kolay geçişin tatsızlığı şuradadır ki, ABD (haklı olarak) bunu Türkiye’nin her şeyi kabul ettiği biçiminde anlar ve bütün donanmasını İskenderun açıklarına yığar.
Arkasından, olası zararın tazmini görüşmeleri başlar ve muazzam uzar. Amaç tabii ki para koparmak değildir. ABD K.Irak’a girmeye izin vermemektedir, TSK da uzatarak direnmektedir. Bu, 31 Ocak ve 28 Şubat’taki MGK bildirilerinde apaçıktır. Bu uzamanın sonuçları ilginç olur: Dünya kamuoyuna tam bir ay kazandırır ve her yerde anti-Amerikan gösteriler başlar. Ama Türkiye ciddi prestij yitirir; ABD generaline dolar sokuşturtan dansöz biçiminde karikatürleri çizilir yabancı basında.
Bu arada, MGK bildirileri, 2.Tezkerenin (1 Mart; “Yabancı askerlerin gelmesi ve Türkiye’nin K.Irak’a asker göndermesi”) reddiyle sonuçlanır. Türkiye, bu rezil işgale katılmaktan hazret-i diyalektik sayesinde, Kürdistan’ı engellemesine izin verilmemesi sayesinde kurtulmuştur.
Ve bir de, Türkiye’nin, taa Bizans ve Osmanlı’dan gelen, kendi bölgesinde statükonun bozulmasını istememe refleksi sayesinde. Tabii, burada, işadamları ile kimi gazetecilerin ağzından alev çıktığı bir ortamda, AKP’nin grubunu serbest bırakışını ve gizli oylama yaptırışını da unutmayalım.
ABD reddedilince, önemli sonuçlar doğar: Halk parlamentosunu ilk defa sever. AB, Truva Atı demekten vazgeçer. Dansöz karikatürüne bir kare eklenir: Amerikalı general bir kalça darbesiyle yerlerdedir. İki kareli bir karikatür de çizilir: Bush “Irak’ta demokrasi görmek istiyoruz” demekte, ve tamamlamaktadır: “…ama, Türkiye’de değil!”.
Türkiye bir “erkeklik” yapmıştır ama, erkek adam korkmaz diye bir şey yoktur tabii. ABD kudurur, TC de korkar. 3.Tezkere ABD’nin Türk hava sahasını kullanmasına izin verecek ve ABD aynı gün (20 Mart) işgali başlatacaktır.
Arkasından, çok sıkışan ABD’nin asker isteği 4.Tezkereyle karşılanır. Ama ortam tamamen değişmiştir. Kürtler “Gelmesinler, vur emri çıkarttık” der. Ayaklanan Irak’taki tek dayanağını küstürmek istemeyen ABD de bir süre sonra yan çizer: “Türk birliği hassas konu”. Nihayet hükümet, yetkiyi kullanmayacağını açıklar. Yani, hani “Allah korumuş” derler ya, burada Türkiye’yi önce Kürtler sonra ABD koruyacaktır. Daha doğrusu, Irak halkının işgalciye kan kusturması.
***
Türkiye’nin bu çok önemli olaydaki zikzaklı tutumu, özetleyeyim, üç özelliğinden kaynaklanmıştır:
1) Böylesine nazik bir coğrafyada kurulmuş Türkiye, statükocu/meşruiyetçi olmak zorundadır. Bölge bir alt-üst oldu mu, zor düzelir. Bu, ABD’ye “hayır” demeyi gerektirmiştir.
2) Türkiye maddi-manevi müthiş borçludur. Bu, ABD’ye “evet” demeyi gerektirmiştir.
2) Türkiye, kendi Kürtleri meyledebilir diye Kürdistan’dan korkmakta ve süreci durdurmak için K.Irak’a girmek istemektedir. Bu, hem ABD’ye “evet” demeyi getirecek, hem de ABD’nin kendiliğinden vazgeçmesi sonucunu doğuracaktır. Diyalektik deduğum da budur!
Son tahlilde bu zikzaklar, bir “Güzel Kararsızlık” oluşturacaktır. Ama Türkiye’yi hukuksal sorumluluktan kurtarmayacaktır. ABD saldırısı, a) bir meşru savunma olmadığı ve b) Güvenlik Konseyi iznini almadığı için hukukdışıdır ve kendisine tüm yardım edenler de sorumludur. Türkiye şu eylemleri yüzünden sorumludur:
1.Tezkereyle saldırgana mekan hazırlamıştır; ardından, 8 Şubat mutabakatı saldırganı Türkiye’de üslendirmiştir; 3.Tezkereyle saldırgana hava koridoru vermiştir; 4.Tezkere saldırgana asker vermeyi öngörmüştür; İncirlik “insani yardım” için kullandırılmıştır ki bu, kullananın sütüne bırakmadır.
Bununla birlikte, bu suçların uluslararası yaptırımı yoktur. Ulusal yaptırımı da yoktur; Taa 1991’de Anayasa Mahkememiz işi başından atmıştır: Özal’ın TBMM’ye aldırdığı 107 ve 108 numaralı kararları “yasa değil de Meclis Kararı” olduğu için denetim dışı tutmuştur! Bu durumda, kabul edilen tezkerelerin Anayasa Md.92’ye uygunluğu denetlenememiştir.
Türkiye sorumludur, fakat BM’nin ve büyük devletlerin bile gık diyemediği bir ortamın hafifletici sebep oluşturduğu da belirtilmelidir.