Bu işte bir bityeniği olduğunu anlamalıydım.
Geçen akşam Korkut Boratav telefon etti:
“Yahu, ben kaçırmışım, sen Aydınlık’ta Oslo’yu yazmışsın, okula gelirken getirsene”.
Boratav ilk kez eski bir yazımı istiyordu ama, gene de ayıkmadım.
Ertesi gün, Migros’tan çıkarken Doğramacı’nın sağ kollarından Prof. Kemal Gürüz arkamdan “Baskıııın” diye ünleyene kadar.
Bu niteliğinin dışında Kemal, 1950’lerin İzmirinden kopillik çağımın arkadaşıdır, tatlı çocuktur. Yüzü her zamanki gibi güleç, üstelik her zamankinden de sevimli:
“Geçen gün senin bir yazını okudum, Hasan Pulur alıntılamış. Güzel şeyler yazmışsın!”
Anında intikal ettim:
“Ne yazmışım? Oslo hakkında mı?”
“Evet, Oslo. Hoşuma gitti!” Tam böyle mi dedi çıkaramayacağım ama, sonunda doğru yolu buldun gibilerden söylediği ortada.
Eve gider gitmez Milliyet’i arayıp buldum, açtım, Hasan Pulur üstadın 9 Ekim tarihli “Sabancı bunları bilseydi…” başlıklı yazısını okudum. Benim 30 Eylül’deki yazımın kimi yerlerini alıntılayarak özetle şu ana fikri işliyor:
Bask modelini bilseydi, Sabancı o ettiği lafları etmez, Türkeş’ten de zılgıtı yemezdi. Hele, Baskın Oran’ın yazısını okusaydı…
Bir “Aman Tanrım”, döküldü dudaklarımdan. Bizim Kemal hiç haksız değil! Meğer Boratav da, bilimadamlığı gereği, karar vermeden önce yazının aslını görmek istemiş. Hani, yazıyı ben yazmasam, bir başkasının yazısı olsa, benim de aynı şeyleri düşünmem işten değil!
Sayın Hasan Pulur üstadımı hayal kırıklığına uğratırsam peşinen özür diliyorum ama, lafı biraz arkasından anlamış.
Sevgili Üstadıma izahat vereyim; olayın canalıcı noktası şudur:
Ben, belli bir an diliminde karşımdaki kim ise ve o ortamda kimin borusu ötüyorsa, onun eleştirisini yaparım. Karşımda oturan devletse devletin, PKK’yse PKK’nin.
Kendine “aydın” diyebilmenin ilk, hatta tek şartı budur.
Haa, bu her iki taraftan da zılgıt yemek sonucunu doğururmuş, beni hiç ilgilendirmez. Kuştan korkan darı ekmez. Ben böyle yapmazsam bugün aynaya, yarın da kızımın yüzüne bakamam. Yeter ki, söylediklerim söylenme amacının tersine kullanılmasın.
Alıntılanan konuşmamın bağlamı budur. Bu bir.
İkincisi: Oslo’daki dört bölümlük bildirimin özü, aynen yazdığım gibi şudur:
TC devleti, tarihi boyunca Kürtleri asimile etmeye, onların kültürel kimliklerini yok etmeye çalıştı. Sonuç, tam bir başarısızlıktır. Artık yapılması gereken, bu kimliği tanımanın önündeki tüm engelleri kaldırmak, “Türkiyelilik” gibi bir üst kimlikle yetinmek, Kürtlerin bu ülkeye sadakatını ancak böyle sağlamayı denemektir.
Zaten, bunu yapmaya zorunludur, çünkü hem şiddet tam ters sonuç vermektedir, hem de şiddeti devam ettirmek gibi bir seçenek bu uluslararası ortamda kalmamıştır.
TTDevletin korkması da gerekmez, çünkü benim kızıma İngilizce tedrisat yaptırmak için yırtındığım bir küreselleşme döneminde, Kürt anababalar çocuklarına hangi noktaya kadar Kürtçe tedrisat isteyebilecektir ki?
Üçüncüsü: “Kemalizm ırkçıdır” dendiği zaman tepki gösterdim, çünkü değildi. Irkçılık deyince, Almanya’daki Nazizm’dir. Güney Afrika’daki Apartheid’dır. Kemalizm bir Musevi’yi (Moiz Kohen / Tekinalp) ve bir Kürt’ü (Ziya Gökalp) alıp, ideologu yapmıştır. Sekiz cumhurbaşkanından da en az ikisi Kürt’tür. Çünkü bütün bunlar “Türk” olduklarını söylemişlerdir. Nazizmin bir Yahudi’yi, Apartheid’ın da bir Siyah’ı ne kadar “sendenim” derlerse desinler ideolog yada cumhurbaşkanı yapması düşünülemeyeceği için Kemalizm ırkçı değildir, dedim.
Ama, şunu da hemen ekleyeyim: Eğer “kültürel ırkçılık” diye bir deyim mevcut olsaydı, Kemalizmin kültürel ırkçı olduğunu da söylerdim.
Çünkü Kemalizm kültürel ırkçıydı. Hâlâ da birçok kemalist öyle. Türkiye’de “Türk” kimliğinden başka bişey düşünemiyorlar. Herkese Türklüğü gerekirse şiddet kullanarak kabul ettirmek istiyorlar. Henüz beyinleri, “üst-kültür” ve “alt-kültür” gibisinden kategoriler teşekkül edecek kadar gelişmemiş.
Ama, PKK’lilerin önünde değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önünde söylerdim bunu. İşin raconu böyle gerektirdiği için. İşte buyrun, söylüyorum.
Dördüncüsü, Hasan Pulur üstadım lafı arkasından mı anlamış, öyle mi anlamak istemiş, pek kesin değil. Sabancı’ya ders verdiğine göre, Bask Modelini iyi biliyor olmalı. Öyleyse, bu modelin kültürel ve idari özerklik olduğunu, İspanya’nın ancak bu sayede terörcü ETA örgütünün elini kolunu bağlayabildiğini de biliyor.
Peki, Bask Modeline niye itiraz ediyor? Yoksa, devlete egemen bulunan o zihniyete (“Kültürel özerklik verirsek, bunlar bağımsızlık da ister”) kendisi de mi katılıyor? Bunun cevabı “Evet” ise, o zaman, uzun uzun alıntılar yaptığı yazımdaki en önemli noktayı niye atlamış olduğu ortaya çıkıyor galiba. Bu sorunun yanıtının en enfes biçimde Yaşar Kemal tarafından verildiğini belirtmiştim çünkü:
“Yani, vermezsek, istemezler mi?”
Hasan Pulur üstadım, bendeniz ne bu devlete ne de PKK’ye kızıp oruç bozarım.
Oruç tutmak adetim olmadığı için değil sadece.
Terörcü PKK’nin mi, yoksa devleti yöneten bu şiddet tutkunu zihniyetin mi Türkiye Cumhuriyetine daha çok zarar verdiğine henüz pek karar veremediğim için…