Sevinç Alptekin’i tanır mısınız?
Kendisini şahsen tanımayanlar Sevinç’in önce cinsiyetinde yanıldıkları için hemen söyleyeyim, kendisi bir erkektir.
(Gel de, Mülkiye’yi benden bir yıl önce bitirmiş diplomatlarımızdan Funda Tezok’un hikâyesini anımsama! Funda ilk kez yurtdışına atanmış, yol hazırlığı yapıyor, gideceği yerdeki büyükelçiden Bakanlığa zehir zemberek bir telgraf: “Ben size başka hanım memur istemediğimi söylemedim mi!”. Bakanlığın artık darbımeselleşmiş tek cümlelik yanıtı acele telleniyor: “Funda Tezok bir erkektir.”)
Sevinç, bizim Fakülte’de personel ve hesap müdürüydü. Yeni çıkan yasaları ve kararnameleri okuyup okuyup, biz hocalara yeni intibaklar yaparak durmadan birikmiş maaş vermesiyle ünlüydü. 12 Eylül’le birlikte ayrılıp Hollanda’ya gitti, hâlâ Utrecht’te yaşıyor. Geçenlerde Amsterdam’a gittiğimde kalkıp geldi, birlikte kanallarda enfes bir tekne gezintisi yaptık, bir de, üzerinize afiyet, Seks Müzesine gittik. (Hemen ağzınız yayılmasın; gördüğüm en ciddi müzelerden biriydi).
Sevinç’le uzun saatlerdir, doyamayasıya konuşuyoruz. Hollanda’yı anlatıyor. Son olarak, cezaevlerinde yer kalmadığı için hükümlülerin ayaklarına bir cihaz takıp, cezalarını evlerinde çekmelerini sağlamaya başlamışlar. Cihaz mahallî karakola bağlı, evden çıktı mı hemen duyuluyor, o zaman cezaevine atıyorlar. Bu gibi şeyler.
Konu oradaki Türkiyelilere geliyor durmadan. Köpek pisliği vardır diye çimenlere basmayan şeriatçıların nasıl kendisini görünce karşılaşmamak için çimenden kestirme yürüdüklerini anlatıyor Sevinç.
Birara, oradaki faşist partiden söz açıldı. Sloganlarının ne olduğunu söylüyor:
“Hollanda, Hollandalılarındır”.
Yahu, bu bizim en büyük gazetemizin logosunda var! Tabii, biraz değişik olarak:
“Türkiye, Türklerindir”.
Birdenbire aklıma, geçenlerde aldığım bir mektup geliyor. 13 Ekim’de postaya verilmiş. Zarfın üzerindeki yazı en fazla ilkokul mezunu. “Bay Baskın Oran – Ankara Ünüversitesi Doçenti – Ankara” yazıyor. Posta idaresinden kurşunkalemle “SBF” diye bir not eklenmiş. İçindeki kağıt, teksir. Giriş kısmında Türkiye’de zenginleşmiş ve ün yapmış Kürt kökenlileri saydıktan sonra, aynen şu imlayla, virgülüne dokunmadan, altı çizili yerleri de aynı olmak üzere şöyle devam ediyor:
“Hey Hatip Dicle Hani kürt kökenli vatandaşların ekonomik vede siyasi hakları yoktu. Bunlar nereden çıktı. Anlaşılan sen ve senin gibiler tabircaizse arka ayağı ile kulağını kaşıma derler. Bir gün gelir bu ülkede bir deli çıkar, hepinizi geri kalmış dediğiniz güney doğuya mahkum edip, şimdi rahatlıkla ülkenin her tarafında kullandığı nız ekonomik, siyasi vede sosyal hakları elinizden alıp sip sivri ortada kalırsınız. O zaman anırtınız isterse dünyayı tutsun. Anlaşılan size rahatlık yaramıyor..Size Suriye, İran ve Irak ta yaşayan kürtlerin yaşantısı gibi bir yaşantı lazım. Bu rahatlık size her halde batıyor. Ulan daha ne istuyorsunuz. Ülkenin her tarafında mal mülk ediniyorsunuz. Devletin here kademesinde istediğiniz göreve geliyonsunuz. Servet sepet sahibi oluyorsunuz. Bir TÜRK vatandaşından ayrı olarak nerede ayrı işlem gördünüz. Kürt kökenli bu ülkede ürüversiteye gidemiyormu, Kürt kökenli bu ülkenin Bağ Kurundan, Emekli Sandığından .S.S.Kurumundan emekli olamıyormu. Milletveki bakan başbakan, CUmhur başkanı olamıyormu. Artık siz kantarın topunu kaçırmak üzeresiniz. Bu gidiş fayda değil Kürt halkına çok zarar verir.
“Yolunuzu değiştirip doğru olanı yapmaya çalışın 10.2.1994
Biraz altına da, daktilo yazısıyla bir cümlecik eklenmiş:
“Dicle içinki bu uyarılar aynen sizin içinde geçerli”
Türkiye’nin en büyük sorununun bisürü insan tarafından nasıl algılandığına örnek olsun diye mektubu bulup getiriyor, Sevinç’e gösteriyorum. Okumaya başlıyor, Hatip Dicle’nin adını görünce:
“Yahu, bu sana yanlış yollanmış” diye söyleniyor, ama sonuna kadar okuyunca:
“Yahu, herifler amma tembel. Birinin eski mektubunu ötekine yollayıp, altına tek satır ekleyerek zamandan kazanıyorlar. Vallahi bizim oraların faşistleri daha kaliteli” diyor.
“Hadi ordan sen de, Alamanyalı! Ben kendi faşistime laf söyletmem!” diyorum…