İstanbul Bomonti’de öğretim yaptığı binadan, ikinci yarıyılın başlamasına üç gün kala sokağa atılan Ermeni ilkokulunun öyküsünü gazetelerden hep birlikte okuduk.
Şimdi ben size bu hazin öykünün öyküsünü anlatacağım.
Hiç ses etmeden anlamış gibi dinleyin. Alınmayın ve üzülmeyin, hiçbişey anlamamanız normaldir. Ben sonra dönüp size izah ederim.
Sonunda da, bir son an sürprizim olacak.
* * * * * *
Bu okul, bir Ermeni vakfının yönetiminde. Bina bu vakfın. 1958’de Emine Ayaşlı adlı bir hanımdan peşin parayla alınmış.
Ama Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) 1979’da dava açıyor, 1985’te tapusunu iptal ettirerek binayı vakfın elinden alıyor (anladınız mı?) ve artık yaşamayan Emine Ayaşlı’nın mirasçılarına iade ediyor (anladınız mı?).
Mirasçılar beş para ödemeden mülke tekrar sahip oluyorlar (anladınız mı?) ve ¼ hissesini Miltaş diye bir şirkete satıyorlar.
İşte, okulu bütün eşyasıyla birlikte sokağa attıran, bu şirket.
Olay gazetelere yansıyınca İstanbul Valisi araya giriyor ve okulun Hazirana kadar binada kalmasını sağlıyor. Eşyalar yağmurdan içeri alınıyor. Olay bu.
* * * * * *
Şimdi ben size “anladınız mı”ları anlatayım.
VGM’nin tapuyu iptal ettirip, parası ödenmiş binayı geri verdirme gerekçesi şu:
“Bu bina, vakfın 1936 Beyannamesinde yazılı değil!”
1936 Beyannamesini anlatayım:
Atatürk, 5 Haziran 1935’te 2762 sayılı Vakıflar Kanununu çıkarıyor. Yasa altı ay sonra uygulanmaya başlıyor. Amaç, bütün vakıfları zapturapta alıp eski rejimi bu en önemli ekonomik temelinden yoksun bırakmak. Yani, bu yasa bir “devrim kanunu”.
İkinci adım olarak, tüm vakıflardan, ellerindeki malları beyan etmeleri isteniyor. 1936 Beyannamesi bu, işte. Bir mal envanteri.
Ama Atatürk’ün ömrü vefa etmiyor. Beyannameler istendiğiyle kalıyor.
Ama, sadece İslamî vakıflar için. Gayrimüslim vakıflar için tersi oluyor:
12 Mart Cuntası döneminde (1972), VGM bu beyannameye dayanarak bir Rum vakfına (o sırada Kıbrıs sorunu alevli!) dava açıyor ve kazanıp binasını elinden alıyor.
Nasıl kazanıyor?
Türkiye’deki gayrimüslim vakıflarının herbiri padişah fermanıyla kurulmuş. Bu nedenle, hiçbiri vakıfname sahibi değil. Mahkemeler, o Kıbrıs atmosferi içinde, bu 1936 Beyannamelerini vakıfname olarak yorumluyorlar. Sonra da, başlıyorlar 1936’dan sonra edinilen (yani, beyannamede bulunmayan) bütün malları bu vakıfların elinden alacak kararlar vermeye.
Neden?
Burada sıkı durun:
Bu mal beyannamelerinde “Bu vakıf mal iktisap edebilir” diye hüküm bulunmadığı için! (Hani, adam çarşıda çok sıkışmış, hemen ilk dükkana girmiş, “Sizde Kadri Şençalar’ın plağı bulunur mu?” demiş. Beyefendi, burası eczane, bizde ne gezer cevabını alınca da, yaparım ben böyle eczanenin içine demiş ve rahatlamış. O hesap).
Tabii, bu vakıflar 1972’den beri hiçbir biçimde yeni mal sahibi de olamıyorlar. Yani, bina satın alamıyorlar, kat karşılığı inşaat yaptıramıyorlar, bağış yada vasiyet kabul edemiyorlar. Piyangodan bile çıksa, olmuyor. VGM dava açıp hemen geri alıyor. (Nitekim, 1967’de Kumkapı kilisesi okul vakfına Garanti Bankasından çıkan daire, yıllar sonra açılan dava sonucu geri alınmış, üstelik bu daire için geriye dönük kira davası da açılmıştır!).
Üstelik, (bakın, burada da sıkı durun) VGM bu vakıflara bir dava açtığı zaman, bu vakıflar avukat tutabilmek için yine VGM’den yazılı izin almak zorundalar.
Peki, “mülkümüzün temeli” olan adaletimiz böyle bir hukuk skandaline nasıl izin veriyor?
Siz, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin İstanbul Balıklı Rum Hastanesine yapılan bir bağışı iptal ederken “…yabancıların Türkiye’de mal edinmeleri yasaklanmış olup…” diyerek bu gayrimüslim vakfını “yabancı” saydığını biliyor muydunuz? (24.6.1975 tarih ve 3648-6594 sayılı karar).
Yani bu insanlar gayrimüslim değil, “gayrivatandaş”! (Bu enfes deyim, eski asistan arkadaşım Etyen’indir (Mahçupyan).
* * * * * *
Bunca tatsızlıktan sonra, gelelim son an sürprizine:
Bu yazıyı bir buçuk saat önce yazıp da gönderseydim, böyle kötümser bitecekti.
Bir buçuk saat önce, muazzam bir haber aldım:
Vakıflardan sorumlu devlet bakanlığında bir komisyon kuruldu. Eğer çalışmalar sonuçlanırsa, Türkiye’nin artık “1936 Beyannamesi” diye bir ayıbı olmayacak.
Bomonti’deki okula yapılan isyan ettirici muamele sayesinde artık hiçbir gayrimüslim vakfı ayrımcı muameleye uğramayacak.
Türkiye, uluslararası forumlarda bu yüzden Malezya’yla aynı kümeye itilmeyecek.
Türk diplomatları, artık, Türkiye’nin din farkı gözetmeden bütün vatandaşlarına eşit muamele yaptığını daha rahat söyleyebilecek.
Eğer DSP’nin konuyla ilgili devlet bakanı Hüsamettin Özkan bu inanılmaz ayıbı düzeltirse, tek kelimeyle, aşk olsun…