Milliyet ve Sabah’ın oradaki muhabirleri Nurdan Bernard ve Mine Kırıkkanat’ın yalancısıyım.
Ama bu hanımların kimsenin yalancısı olduğunu sanmıyorum.
Söyledikleri iki ilginç şey var:
1) Olympia’da ilk defa, alt kattaki koltuklar sökülüp yer açıldı.
2) “Dışişleri, Tarkan’ı Olympia’da Boykot Etti”.
* * * * * *
Paris’te Türkiye’nin başkonsolosluğu, Fransız hükümeti nezdinde büyükelçiliği ve OECD nezdinde daimi delegasyonu var.. Buralarda çok sayıda Türk diplomatı görevli.
Bunların içinde hiç Tarkan meraklısı yok muydu?
Yoktuysa, böyle bir tanıtım olanağı çıkınca en azından iki diplomatımız kutlama makamında gönderilmez miydi?
Kordiplomatiğin yazısız kurallarından biri de, protesto makamında “gitmemek”tir. Kokteyle, resepsiyona… Konsere…
Acaba bir talimat mı vardı Merkez’den?
Bu, Hükümet’in Dışişleri’nden isteği miydi?
Genelkurmay mı Hükümet’den “rica”etmişti?
Öküzün altında buzağı aramak bana yabancıdır ama, bu soruların zincirleme olarak akla gelmemesi de mümkün değil.
* * * * * *
Türkiye’de yoklama kaçakları Güneydoğu yüzünden çığ gibi artınca, Genelkurmay son derece titizleşti. İbret-i alem olması için, tanınmış sanatçılara sert davranıyor. Tarkan dönmezse vatandaşlıktan atacaklar.
Tarkan:
“Yapmayın, ben çok az kişiye nasip olacak bir pozisyona geldim, parçalarım Fransa’da liste başı, Türkiye’yi tanıtıyorum, bu da askerlik kadar şerefli bir görevdir, hemen değil de biraz sonra geleyim” diyor.
Hayır, diyorlar. Gel, vatani vazifeni derhal yap.
Annesine gidiyorlar, kadıncağız TV’lere ürkek ürkek “Tarkan, yurda dön yavrum, yapıver” diyor. Ne desin?
Acaba oğlunun Paris’deki konserinden dönüşte bir de “asker kaçağına yardımcı olmak”tan soruşturma geçirir mi?
* * * * * *
Tabii, benim favorilerim, halkımızın arasından “Tabii efendim! Ne ayrıcalığı varmış, herkes gibi gelsin yapsın!” diyenler.
Kuvvetle tahmin ediyorum ki, eğer bu vatansever yurttaşlarımız askerlik çağındaki çocuklarını torpille İzmir Orduevine göndertme imkanına sahip bulunsalardı, bu güçlü memleket sevgileri bu olanağı kullanmalarına mutlaka engel olurdu…
* * * * * *
Eğer güzelim bir kitaba hasret kaldıysanız, bugünlerde Şefik Kahramankaptan’ın “İsmet İnönü ve Harika Çocuklar”ını okuyun.
Çok rahat bir üslup, çok temiz bir Türkçe, çok dolu bir içerik.
1948’de İdil Biret ile Suna Kan adlı iki çocuğun yurtdışına eğitime gönderilmesini anlatıyor.
Hükümet’in temel gönderme gerekçesi şu:
“Bunlar Türkiye’nin en iyi propagandası olacaklardır!”
En çok karşı çıkan milletvekili Sinan Tekelioğlu’nun göndermeme gerekçesi de şu:
“Geçenlerde 141 malûl için ayda 25’er lira zam istemiştim, veremeyiz demiştiniz. Bu millet iki çocuğa senede 40.000 lira masraf edemez!”
Sinan Bey’in ne kadar dar görüşlü olduğunu yıllar gösterdi.
Ama, söylediğinin bir mantığı da vardı: Devlet (yani millet), gelecek için o günün kıt parasını harcıyordu.
Tarkan bunu bile istemiyor.
“Biraz erteleyin, biraz daha yer edineyim”, diyor.
Bunu, ABD’deki sayısız kasaba üniversitelerinden birine parayı bastırdığı anda tecil alabilecekken, bu yola başvurmayan bir sanatçı söylüyor.
Türkiye’yi dış dünyada hep mi M. Ali Ağca, A. Çakıcı, A. Öcalan, G. Aslıtürk, H. Baybaşin, E. Civan, H. Bezmen meşhur edecek, biraz da ben edeyim, diyor.
Ve Türkiye’de herkes, istedikleri zaman devlet adamlarının “nelere kadir” olduğunu çok iyi biliyor…
————————————
Not:
1) Bütün gazetelerimiz ve resmî makamlarımız, PKK’nin bittiğini ve Apo’nun rezil olduğunu yazıp söylüyorlar.
Bişey ne kadar dibe vurursa, o kadar yükselme olanağı elde eder. Şerden hayır, hayırdan şer çıkar. Diyalektik böyle der.
Üstelik, bu Kürt ırmağı, devletin reforma yanaşmaması yüzünden devamlı beslenen koca bir gölden çıkıyor.