Baskın Oran

Fadik

Bugün dış politika da, iç politika da, tepeden sırıtan resmim de cehennemin dibine batsın. Fatma Hanım öldü.

O’nu, 82 sonlarına doğru, SBF’den atıldığımız günlerde, Fadılların (Kocagöz) evinde tanıdım. Sabahlara kadar oturup dava dilekçesi yazıyoruz, Fatma Hanım da yakınlardaki kira gecekondusundan sabahları erkenden gelip işe girişiyor. Ne bir ses, ne bir nefes. Ama, kendisiyle konuşulunca pek dilli, pek hoşsohbet bir Alevî feylezofu! Asıl adı, Fadik. Yapısı, babayiğit. Yaşı belli değil; sorunca,

“Varımdır, bi elli-altmış, herhal” diyor.

Ev işlerine Fadıl’la Sezer’den daha meraklı oluşum, evi derleyip toplayışım, farkındayım, Fatma Hanımın pek takdirini kazanıyor. Bikaç gün sonra ilk gizli iltifatını edecek:
“Baskın Abi, sen de askerliğini yapmadıysan, Fadıl Abiyi yanına alsan da aynı yerde yapsanız!”

O günlerde Fakülteden defterimiz dürülüyor. Ankara’nın dışında Or-an’a yerleşiyorum. Haftada bir bana da gelip gelemeyeceğini kendisine sorduğumda,

“Baskın Abi, okumam yazmam yok; vasıta ney bilemediğimden başka yerlere gitmiyom. Ama senden çok hoşlaştım, öğretirsen gelirim” diyor.

“Ben de senden öyle, Fatma Hanımcım, ben de öyle!” diyorum.

Bu, birbirimize ilk ilan-ı aşkımız. Hangi otobüse nereden bineceğini, indikten sonra nerelerden yürüyeceğini birlikte dikkatle talim ediyoruz. Hatta arabayı, tam onun kestirme geçeceği yerlerden geçelim diye, boş arsalardan sürüyorum.

Her gelişinde beni evde bulan, hiç dışarı çıkmadığımı gören Fatma Hanım sonunda bigün dayanamayıp soruyor:

“Abi, sen işe gitmiyon mu?” Durumu anlattığımda, önce sanki duymamış gibi davranacak. Sonra gidip gelecek, gidip gelecek ve şöyle diyecek:

“Baskın Abi, ben sana haftada gene bir gün geleyim, sen benim paramı işe girince verirsin!”

Benim ona gerçek vuruluşum, bu sözledir.

Fatma Hanım, küçük oğlu Yadigâr’ın yanında kalıyor. Kocası öldükten sonra Sivas’tan Ankara’ya gelmiş, beş çocuğunu böyle çalışarak büyütmüş, okutmuş, işe koymuş. Yemeğe oturduğumuzda hep “eskileri” anlatıyor. “Fatma Hanım, falanca yemek var, yer misin?” diye sorduğumda, hep aynı yanıtı alıyorum:

“Acı-eşki olmasın da, ben ne olursa yerim, biz köyde çok darlık çektik Baskın Abi; süpürge tohumu pişirirdik”. Ama Fatma Hanımda arabeskin a’sı yok. Tam tersine. Kalkıyor, bir gece televizyondaki “Evet-Hayır” programını izlerken,
“Ben bu programa katılsam hepiciğini geçerim!” diyor. Arkasından da, seyrek dişlerini göstererek muzip muzip izah ediyor:

“Ben evet demiyom da, hep ‘he!’ diyom biliyon mu, ondan!”

Evin her bir köşe bucağını o tanıyor. Aradığımı bulamadım mıydı Yadigâr’ın evine telefon edip soruyorum, “Bak şimdi, Baskın Abi,” diye başlayarak anlatıyor nerede bulacağımı.

Ben 90’da evlendikten sonra haftada dört kez gelmeye başladı. Urla Iskelesindeki yazlığa giderken de birlikteyiz. Ömründe ilk kez deniz görüyor. Ilk gün bizimle denize indi, kıyıdaki bir kayanın üstüne oturup ayaklarını suya soktu. Ertesi gün denize entariyle, daha sonraki gün ve ondan sonrasında kayınvaldemin lacivert mayosuyla girdi. Suda sırtüstü yatıp da kımıldamadığı zaman (“Aman, kurban olam Baskın Abi, sakın salıverme!) batmadığını öğrendi. Bizim denize inmediğimiz günler, havlusuna sarınır, başından hiç eksik olmayan yemenisini (“Alışmışım, Baskın Abi, başım açık utanıyom!”) uçmasın diye tuta tuta, gider tek başına girerdi.

Geçen yaz onunla pek az deniz yapabildik. Benim belime, onun da dizlerine şifa diye 21 gün Balçova ılıcalarına gittik. Fatma Hanım orada yüzme öğreniyor. Havuzun kısa kenarının bir ucundan ötekine, zaman zaman demire tutunarak, ama ayaklarını yere değirmeksizin yüzmekten büyük keyif alıyor. Ben de “öğretmeni” olarak pek gururlanıyorum.
Sonra, gün geldi, tekrar yalnız yaşamam gerekti. Fatma Hanım yanıbaşımda:

“Üzülme Baskın Abi; ne yapak, eski düzeni yine kurarık!” diyor.

Bu sefer kuramıyoruz. Vakit yetmiyor. Tatsız haberi, daha biyopsi yapılmadan, retroskopiyi yapan doktorun yüzünden anladım. Yatış işlemlerini tamamlamışız, koğuşunu arıyoruz, o hâlâ söyleniyor:

“Baskın Abi, evi, senin bavulları bi toparlayak da, öyle yatır beni…”

Ameliyatı yapan arkadaşlarım karnını açtıkları gibi kapatıyorlar. Altı ay ömür biçtiler. Kendisine bişey söylemiyoruz. Oğullarının daha önce götürdükleri Gazi Üniversitesinde ve dört milyon harcadıkları özel doktorda “Güle güle git bacım, sen bizden sağlamsın!” demişler. Hastaneden telefonla günaşırı konuştuğumuzda “Allah senden razı olsun, daha önce gittiğimiz doktorlar bitürlü anlayamamışlardı, sayende kurtuldum” dedikçe, boğulur gibi oluyorum.
Bu sabah, oğullarının telefonuyla uyandım. Kriz gelmiş,

“Korkman, ölmeycem, Baskın Abiyi görmeden ölmem, o benim babam” demiş.

Asıl O benim anamdı. Ömrümde beni bir tek gün bile kırmadan mutlu etmiş tek canımdı.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı