Baskın Oran

Dış politika, iç politika

“Komünist” Mülkiye’nin  Mümtaz Abi’sinin dışişleri bakanı olması, küçük çapta bir kasırga  koparmıştı. “Hükümet Üç Başlı Olacak” diye manşetler atılmıştı. Almaya başladığı kararlar ise daha büyük çapta koparıyor ve koparacağa benziyor.

İnsan hakları konusunda gelen yabancılara Türkiye’deki yargı mercileriyle görüşme yasağı, Habur kapısının açılması ve Saddam’la ilişkinin artırılması olayı, Amerikan yardımının şartlı yüzde 10’unun reddi kararı, Türk yurttaşlarına vize uygulayanlara vize uygulama düşüncesi. Son olarak da, Kıbrıs’a kesinkes arka çıkma kararı.

Cengiz Çandarlar ne kadar ” ‘Yüzde 10 Onurlu’ Dış Politika” manşetleri atarsa atsın, Show TV’ler (yardımın tümünün değil de yüzde onunun reddi konusunda) ne kadar “Türkiye, Mümtaz Soysal’ı kendine benzetiyor” yorumları yaparsa yapsın, dış politikada alışılmadık bişeyler olduğu, en azından başladığı, ortada.

Dış politikada “Kahve dövücünün (Batı’nın) hık deyicisi olmak”tan uzaklaşışımız ilk olmuyor. Atatürk döneminde de “onurlu” bir dış politikamız vardı. Ama unutmamak gerek ki, o dönemde “Batı” birbirini yemekle uğraşıyordu. Uluslararası politikada tam bir “iktidar boşluğu” vardı. Türkiye gibi ülkeler için  bağımsız dış politika yürütmek kolaydı.

Şimdi değil.  İdeolojik rakibi kalmamış bir ABD’nin iplerini tuttuğu Batı finans kurumlarına 70 milyar dolar borçlanmış, onlara dikildiği anda her yanında derhal kuyruklar başlayacak bir Türkiye’de yardımın tümünü reddedecek,  Çekiç Güç’ü kovacak, sapına kadar gerçek vize uygulayacak babayiğit gelsin de gözümün yağını yesin.

Zaten, bütün bunlar “bürokrat aydın” tanımına da uygun  düşmüyor. Azgelişmiş ülkelerde bürokrat aydın’ın işlevi, sistemi  yıkmak değil, o sistemin (yani, Batı gibi olmanın) akılcı (rasyonel) işlemesini sağlamak. Bu açıdan, Mümtaz Soysal’ın söylediği “Asıl şimdi Batı’ya yaklaşıyoruz, çünkü Batılı devlet kendini kabul ettiren, kendine saygılı devlet demektir” lafı doğru.

Gelgelelim, doğru, ama eksik. Çünkü Batılı devlet, yalnız, Batı’ya gerektiğinde posta atabilen değil, aynı zamanda çağdaş olabilen devlettir. Bütün bu yapılanlarda eksik olan, insanı rahatsız eden de bu. Batı’ya bütün bu haklı dikilişler, Türkiye’nin bir nebze çağdaşlaşmasını refakatine alabiliyor mu, alamıyor mu. Mesele burada galiba. Türkiye, eğer Batı’ya kişilikli davranarak “Batılı” olacaksa, Batı’nın bütün bu aşağılamalarını  davet eden Türk uygulamalarını da aynı anda ortadan kaldırmak zorunda.

Bay Demiral’ın DEP’lileri intikam için  aylarca nâhak yere mahkemeye çıkarmadan cezaevinde tutmasına kimselerin çare bulamadığı, üniversite hocalarının kitaptan içeri tıkıldığı, Beyoğlu sinemalarının “Yumuşak Ten” filmi nedeniyle bombalandığı, Sivas davasının hâlâ gizli yürütüldüğü, Komando Ayvaz’ların bakan yapıldığı, İzmir’de (Kürt bayrağının renklerini  simgeliyor diye) üç ayrı renkli kurdeleyle süslenmiş sünnet arabalarının durdurulduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Dış politikanın, iç politikanın uzantısından ibaret olduğu yolundaki Marksist ifadeyi umursamayabilirsiniz.

Ama, devletin orman yangınlarını ormana girişi yasaklayarak önlemeye çalıştığı, en rafinesinden temin edilmiş burjuva bayan başbakanın  da dinci  oylarını yitirmemek için Kahire’deki BM Nüfus Konferansına  katılmaktan  vazgeçtiği  bir ülkede “onurlu” dış politika yürütme işini biraz zor  becerirsiniz.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı