Baskın Oran

Eğer “Ulusal Çıkar” diye bişey varsa…

Geçenlerde Fakülte’deki odamda otururken kapı tıklatıldı, bir öğrenci geldi. Sorduğu soru özetle şuydu:

“Kalkık Horoz – Çekiç Güç ve Kürt Devleti adıyla çıkan son kitabınızı, denetlenmek üzere, yedi kez Terörle Mücadele’ye gönderdiğiniz doğru mu?”

Önce, bir dedikodunun doğruluğunu-yanlışlığını, onunla bununla konuşmak yerine, o dedikoduya hedef olan kişiden sorup öğrenmek yolunu seçtiği için kendisine teşekkür ettim. Sonra, özetle şunları söyledim:

“Yayınlayacaklarım için devletten izin almam. Dostlarım arasında da alan kimse bilmiyorum. Ama, mazoşist olmadığım için bazen şunu yaparım: Ben her Allahın haftası Aydınlık’ta bu kitaptakilerden çok daha zülfüyâre dokunabilecek şeyler yazıyorum. Bazı haftalar, yazımı Hukuk Fakültesinden cezacı arkadaşım Profesör Nevzat Toroslu’ya gösteririm, kendisi kimi zaman ifade değişiklikleri önerir, öze ilişkin olmayan bu üslup değişikliklerini yapıp yazımı dergiye öyle gönderirim. Ama bu kitabı o arkadaşıma bile okutmak gereksinmesini duymadım. Nerde kaldı, o Terörle Mücadele dediğin yere okutacağım. Korkunun ecele faydası var mı?”

Böyle dedim ama, on beş gün önce, 16 Mart’ta bu sütunda çıkan “Diyarbakır’da İnsan ve Devlet Üzerine Gözlemler” başlıklı yazıyı da korka korka yazdığımı itiraf edeyim.

Kendim için korkmak değil; yazıda sözünü edip övdüğüm bir kişi için. Diyarbakır Valisi Doğan Hatipoğlu için.

İki şeyden dolayı korkmuştum: Birincisi, bir vali için kimi dergilerde övülmenin muhtemelen iyi bişey olmadığı acayip bir düzende yaşadığımız için, ikincisi de,  “Kötü para iyi parayı kovar” misali, Türkiye’de memleket yararına şeyler yapanların, kötü yöneticiler tarafından görevden alınması “âdet” olduğu için.

2 Mart’ta Diyarbakır’da benimle birlikte Doğu Raporu tartışmasına katılanlardan Ali Bayramoğlu’nun Yeni Yüzyıl’daki 26 Mart tarihli yazısından öğreniyorum ki, Vali Hatipoğlu’nun görevden alınacağı söylentileri çıkmıştır bile.

(Bayramoğlu, yazısında önce iki önemli şey söylüyor. Özetlemek isterim:

1) Devlet, toplumdaki tüm gruplara ve kimliklere eşit mesafede (“uzaklıkta” değil!) durmalıdır. Yani, demokratik bir hukuk devleti olmalıdır.

2) Devlet, tüm bu grupları ve kimlikleri birbirinden eşit mesafede tutmalıdır. Yani, toplumdaki farklılıkları güvence altına almalıdır).

Okuduğumuza göre, bölgedeki çeşitli meslek kuruluşları ve dernekler (GÜNSİAD, DİGİAD, TSO, Demokrasi Platformu, Eczacılar Odası, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti, Esnaf ve Sanatkârlar Odası) bir bildiri yayınlamış ve valinin “…getirmiş olduğu hizmetler, yönetim anlayışı, duyarlı yapısı, katkıları ve halkla kurduğu sıcak ilişkilerden dolayı görevinin devam etmesi” çağrısında bulunan bir bildiriyi Devlet Bakanı (Mülkiye’den sınıf arkadaşım) Abdülkadir Aksu’ya vermişlerdir.

Geçenlerde bir subay arkadaşım tüyler ürpertici bir olay anlattı bana:

Kendisinin bir subay arkadaşı, birliğinin başında Hakkâri dolaylarında devriye gezerken, bir köyde jandarmaların iki köylü kadını çırılçıplak vaziyette ayaklarından ağaca astıklarını görüyor. Jandarmalar bunu kadınları “söyletmek” için yapmışlardır. Subay derhal emir veriyor, kadınları indirtiyor, cemseden herhal battaniye getirtip onları sardırtıyor ve jandarmaları fena halde fırçalıyor. Hatta, bunun üzerine köyün muhtarı geliyor da, “Komutan, ne sormak istiyorsan sor!” diyor kendisine.

Subay arkadaşım, bunu bana, devletle Kürt kökenli vatandaşların arasını “kimi bilinçsiz jandarmaların muamelesi”nin açtığına, aslında devletin Kürt köylüsüne geneldeki tutumunun böyle olmadığına “kanıt” olarak anlattı.

Devletin Kürtlere “genelde muamele”sinin nasıl olduğunu burada tartışmayacağım.

Ama, herhalde, bu “muamele”nin yağla bal olmadığını da, bu konudaki en bağnaz devlet yetkilileri tartışmaya kalkmayacaklardır, umarım.

Asık yüzlülüğünün yanısıra, ciddi bir devlet adamı portresi de çizen Başbakan Mesut Yılmaz, eğer Kürt Sorunu hakkında son söylediklerinde samimi olduğunu göstermek istiyorsa, herşeyden önce, devletin bu pek “yağla bal olmayan” muamelesine rağmen Diyarbakır’da halkın desteğini kazanmak gibi görülmemiş bir iş başaran bir yöneticiyi görevden almayacaktır.

Hatta, (bu makam en kısa zamanda kaldırılıncaya kadar) onu Olağanüstü Hal Bölge Valisi yapacaktır.

Tabii eğer, particilik “gerçeği”nin yanısıra, “Ulusal Çıkar” palavra değil de gerçek bir kavram ise…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı