Bazı şeylere milletçe takmaya pek meraklıyızdır.
Bir zamanlar Amerikan yardımlarına takmıştık. Kaç para olacağına, kırkılıp kırpılmayacağı pek derdimizdi.
Bu iş tavsayınca, SEİA’nın (Amerika’yla Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması) uzatılmasına takmaya başladık. Her yıl, zamanı gelince, uzayacak mı, uzamayacak mı, Yunanistan’la 7-10 oranı yine korunacak mı, papatya falı bakardık.
Şimdi de Çekiç Güç’e takmış vaziyetteyiz. Uzayacak mı, uzamayacak mı. Evelallah, bütün partiler karşı. Genelkurmay da karşı. Bu durumda Meclis’ten uzatma çıkması mümkün değil.
Nah değil.
Bu yazıyı çarşamba geceyarısı yazıyorum, cumartesi okuyacaksınız, bir gün önce de Yüce TBMM, Çekiç Güç’ün görev süresini paşa paşa uzatmış olacak.
Sonra, bu iş de tavsayacak, yeni takıntılar bulacağız. Belki de, konunun daha kolay tavsaması için, uzatma yetkisi hükümete devredilecek. Hatta, daha ileride, SEİA konusunda yapıldığı gibi, uzatmanın Dışişleri’nin bir “mektub”uyla yapılıvermesi bile gündeme gelecek.
Çünkü, Amerika için bu kadar önemli bir konuda, 60 milyar borçlu ve yedi düvelle kavgalı bir Türkiye’nin aykırı hareket etmesi mümkün değil.
Amerika için niye çok önemli?
Çünkü Amerika, Saddam’ı (ve dolayısıyla Ortadoğu petrollerini) denetlemek için kullandığı ambargo ve silah denetimi araçlarından bir sonuç elde edemediğinden, iş kalıyor üçüncü araca: 36. enlemin kuzeyindeki uçuş yasağı. Bunu denetlemek bahanesiyle havalarda uçan Çekiç Güç Saddam’ı kıpırdatmıyor.
Bu açıdan, Çekiç Güç’ün süresini uzatmamak, Çekiç Güç’ü atmak diye bişey olamaz Türkiye’nin gündeminde. Amerika, Saddam’ın yerine Amerikancı bir general bulana dek Çekiç Güç kalacak, süresini de paşa paşa uzatacağız.
Üstelik, hiç öyle sanıldığı gibi önemli kazanımlar elde ederek falan da değil. Eski hamam, eski tas, eski tellâk düzeni temelde devam ede ede.
Peki, ne yapacağız? Amerika söke söke (kimi sesli harfleri değiştirmek zevkinize kalmıştır) politikasını sürdürmeye devam edecek mi? Yapılabilecek hiç bişey yok mu?
Çekiç Güç’ü göndermek açısından, hayır, en azından şu anda yok. Çünkü gönderip Amerika’yı küstürürseniz, yalnızca İMF’ye Türkiye için verdiği tavsiye kartını iptal etse, yeter. Böylesi bir durumdayız.
Ama, Çekiç Güç’ün Ankara’yı asıl korkutan yanını ortadan kaldırmak açısından, evet, yapılacak bişey var.
Çekiç Güç’ün varlığı K.Irak’ta bir “Güvenli Bölge” (Safe Haven) yarattı, o da bir Kürt Devleti. Amerika’nın Türkiye’ye herbişeyi empoze etmesinden şimdiye kadar pek rahatsız olmamış olan Ankara’nın asıl derdi bu. Bu devletçiğin Türkiye Kürtlerine çekici gelmesinden, emsal olmasınden, “kötü örnek” olmasından korkuyor.
Evet, bu “devlet” Kürtlerin birbirini yeme geleneği yüzünden şu anda hiçbir tarafı işlemeyen, her tarafı felç bir olgu ama, hiçbişey farketmez. Gerek bireylerin gerekse ulusların yaşamında bikez bir noktaya ulaşıldı mı, o noktadan daha aşağısıyla yetinmek diye bişey yoktur. Birey yada ulus, kendine geldiği ilk anda, “Nerde kalmıştık?” diye sorar ve oradan başlar işe.
Kürtler de, bunca yüzyıldır devlet kuramamış Kürtler de, bikez “devlet” kavramına ulaştı ve ona alıştı.
Öyleyse, bu konuda da Türkiye’nin yapabileceği bişey kalmamış mı oluyor? Hayır, Türkiye’nin bu konuda yapabileceği çok şey var.
Türkiye’nin Irak, İran ve Suriye’yle olan demokrasi eşiği daha yüksek olsa, iyice yüksek olsa, Türkiyeli Kürtlerin atlayamayacağı kadar yüksek olsa, Ankara’nın herhangibir yerde kurulacak herhangibir “Kürt devleti”nden hiçbir korkusu olmaz. Çünkü hiçbir Türkiyeli Kürt, böylesine yüksek bir eşikten “aşağı” atlamak istemeyecektir.
Ama, insanların (üstelik, kadınların) çırılçıplak soyularak sorgulandığı, 16 yaşındaki kız ve erkek çocukların duvara pankart astı diye önlerine ve arkalarına cop sokulduğu, MHP yüzükleri taşıyan Özel Timlerin pervasızca cirit attığı, faili meçhullerin sıradanlaştığı, önünegelene idam istemeyi marifet saymış DGM başsavcılarının emekli olur olmaz MHP gibi bir partiye balıklama dalmaktan zerre kadar çekinmediği, polis müdürlerinin tümen tümen milletvekili hatta bakan yapıldığı, daha sayayım mı, herkesin gözü önünde gazeteci öldürdüğü çarşaf çarşaf yazılan polislerin bitürlü mahkemeye verilemediği bir Türkiye’de, Ankara Çekiç Güç’ten ve onun “söke söke” kurdurduğu Kürt devletçiğinden ne kadar korksa, yeridir.