Baskın Oran

Kültür emperyalizmi üzerine çeşitlemeler

Geçen perşembe Mülkiye uluslararası ilişkiler şubesi 3. sınıfta Türk Dış Politikası anlatıyorum, konu Türk-Yunan ilişkileri.

Fener Patrikhanesinin Heybeliada’daki papaz okulunun 1971’de “özel yüksekokul” sayılıp kapatılmasından ve bir daha açtırılmamasından, bunun da Fener’in yaklaşık 20 yıl sonra kendi kendine yok olmasına yol açacak gelişmelerden biri olduğundan, Fener’in yok olmasının Türkiye için iyi mi kötü mü olacağının (doğa boşluk kabul etmeyeceği için) özellikle Moskova Patrikliğinin yükselmesi açısından ciddi biçimde tartışılması gerektiğinden… söz ederken, bir öğrencim el kaldırıp şöyle diyor:

“Hocam, bize yabancı okullardan bahsetmediniz”

“Nasıl bahsetmedim oğlum? Birinci yarıyılda haftalar boyu Lozan’ı incelerken görmedik mi?”

“Gördük ama hocam…”

“Aması?”

“Yani, bu okulların amacı nedir?”

Anladım. Öğrencim bunların kültür emperyalizmi kurumları olduğunu söylemek istiyor. Özetle şöyle diyorum:

“Bir ülke, bir diğerine böyle bişey veriyorsa, tabii ki kendi çıkarını düşünüyordur.  Heybeliada’nın amacı papaz yetiştirmektir. İmam-Hatiplerin başlangıçtaki amacının cami imamı yetiştirmek olduğu gibi. Fakat diğerlerinin açılış amacı tabii ki açan ülkenin çıkarlarını gütmektir. Başka türlüsü düşünülebilir mi? Örneğin, biz de Türkî ülkelere 10.000 adet yükseköğrenim bursu verirken, orada bizlerin kafasında insan yetişmesini amaçlıyoruz. Amaç budur ve hep akılda tutulmalıdır. Ama yetişir, ama yetişmez, o biraz da okuyanın niteliğine bağlı”.

Bunu söyledikten sonra, devam ediyorum:

“Siz beni, derslerimden değil ama yazılarımdan hangi ideolojik eğilimde bir adam olarak tanıyorsunuz? Peki, biliyor musunuz ki ben bir Fransız katolik okulu olan Saint Joseph’te okudum? Ve biliyor musunuz ki, Türkiye’den gençleri 16-17 yaşlarında, yani tam etkilenebilir çağlarda bir yıllığına ABD’ye eğitim mübadelesine götürdüğü için en etkili kültür emperyalizmi programlarından olan AFS’denim?”

Sınıf, sırf göz ve kulak kesilmiş, dinliyor:

“Böyle okumuşların çoğunun sol eğilimli olmasına karşılık, dikkat ettiniz mi ki,  ‘Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş’, hayatında yabancı okuldan geçmeden yükseköğrenim yapmış kişiler daha çok sağ eğilimli oluyor? Şimdi, mademki konuyu açtınız, bu ‘çelişki’nin nedenini söyleyin bakalım!”

Hemen, hiç ara vermeden, bastırıyorum:

“Tabii, işkembe-i kübradan atarak değil, birinci yarıyılın başında ‘Türk Dış Politikası niçin batıcıdır?’ ana başlığına giren ‘Azgelişmiş ülkelerde aydın’ başlığı altında okuduklarınıza dayanak cevap vereceksiniz. İpucu olarak, önce, azgelişmiş ülke aydınının başlıca işlevini söyleyerek başlayın!”

Daha önce de bahsettim; ben Mülkiye’deki öğrencilerimden sonsuz memnunum (Yeni mezun öğrencim ve asistan arkadaşım Atay Akdevelioğlu kendisinden rica ettiğim küçük araştırmayı bitirir bitirmez, öğrencilerimin başarılarını somut örnekler vererek bu sütunda yazacağım). Sınıf, bikaç saniye sonra koro halinde patlıyor:

“Emperyalizme karşı milliyetçiliğin başını çekmektir. Emperyalizmin ‘mezar kazıcısı’ olmaktır!”

“Neden?”

“Ancak emperyalizmi kovarsa, amacı olan Batı’yı kendi ülkesinde inşa edebileceğini ve ancak bu şekilde ülkenin başına geçebileceğini bilir de ondan!”

Tekrar soruyorum: “Peki, aydın kime derler?”

“Aydın, modernleşme kendi ülkesine ulaşmadan modernleşmenin ürünü olan kişidir!”

“Bu nasıl mümkün olur?”

Zurnanın zırt dediği deliğe vardılar. Bir an duraksıyorlar, sonra yine koro yükseliyor:

“Ya yabancı ülkeye gidip okuyarak, yada kendi ülkesindeki yabancı okullara giderek!”

“Birinci yarıyılı unutmamışsınız”, diyorum.

AFS (American Field Service), Fulbright, Sasakawa, daha nicesi…

İster Müslüman’ca “Her şerde bi hayır vardır” deyin, isterseniz Marksist’ce “diyalektik”, aynı şeyi söylüyorsunuzdur: Emperyalizmin büyük iç çelişkisi…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı