Buna daha önce de değinip geçmiştim ya, ben Devlet konusundaki ilk düş kırıklığımı, Mülkiye’de okuduktan sonra yaşadım.
Sanırım bütün bir kuşak aynı şeyi yaşamıştır, SBF’nin ilk yıllarında devlet benim için Devlet Baba idi. Ama, egemen sınıfın devleti olduğunu gördükten sonra, devletin aslında babamız değil, asıl, Anamızın Kocası olduğunu keşfettim ve çok kötü oldum.
Kıynaşık kalmış kapıdan anasıyla babasını o durumda gören her küçük çocuk bu düş kırıklığına uğrar. Ayrıca, bu temel gerçeği görmekte gecikmek yüzünden düş kırıklığımın büyük olması, benim kendi saflığımdandı.
Bugünlerde ise, benim hiç de kendi saflığımla ilgisi olmayan, devleti yönetenlerin doğrudan doğruya korkunç eylemleri sonucu olan bir düş kırıklığı yaşıyorum. Bal gibi, devletin intiharı anlamına gelen gelişmeler oluyor. Özetle, devlet yöneticileri devletin iki temel niteliğini mahvederek, dincilik ve ayrımcılık yapıyor.
Devlet yöneticileri dincilik yapıyor :
1) PKK’ye karşı Hizbullah’ı (Hizb-i Allah, “Tanrı’nın Partisi”) destekleyen, bal gibi, temeli “laiklik” olan bu devlet. Batman’daki yatılı okullarda Hizbullah’ın örgütlenmesine izin veren ve sonra da PKK’cileri öldürdüğünde Hizbullahçıları cezasız bırakan, bu ayıbınının ortaya çıkmaması için de sürekli olarak “Hizbullah diye bişey yoktur” demeçleri vermiş olan devlet. Bir TBMM üyesinin öldürülmesi üzerine iş ayyuka çıkıp gizlenemez hale gelince de, “Bu işi Hizbullah yaptı!” diyen devlet.
Şimdi, bırakın dincilik yapma konusunu, bu devlete “Birader, tutarsızlığın bu kadarı da olmaz ki!” demezler mi? “Sen, inkâr ettiğin Hizbullah’ı kabul ettiğine göre, kimbilir şimdi de neyi saklamak, yeni olarak neleri inkâr etmek için yapıyorsun bu işi!” diye girişmezler mi?
2) Doğuda, devlet sünni köylere silah dağıtıyor. Aleviler, Bosna-Hersekli mi? Bu devlet eskiden beri sabıkalıydı, Müslüman-Hıristiyan ayrımı yapardı. Sünni-Şii ayrımı yapardı. Cumhuriyet’le birlikte bu sabıkası bitmemişti ama, hiç olmazsa azalmıştı. Osmanlı’ya geri mi dönüyoruz?
Şimdi, bırakın mezhepçilik yapma konusunu, bu devlete sormazlar mı, “Bu ilkel toplumda dağıtıverdiğin bu Kalaşnikoflar hangi işlerde, hangi masumların kırılmasında kullanılacak? Sen ne yapıyorsun?” demezler mi?
Devlet yöneticileri ayrımcılık yapıyorlar :
1) Önemli bir kısmının Türk faşistlerinden oluşacağına kuşku olmayan Özel Ordu kurdular. Daha önce de yazdığım gibi, “Kürdistan bir sömürgedir” sözünün bu lejyonerlerden sonra reddedilemeyeceği bir yana, şimdi sormazlar mı, “Bu ‘Ülkücü Rambolar, terhis olduklarında, fikirlerinde teorik, yaşamlarında pratik, askerliklerinde de tiryakilik olan bu insan düşmanlığını, düşüncesi uymayan adamı öldürme alışkanlığını sürdürmeyecekler mi?” Demezler mi, “Bu sadece Kürt’e karşı Türk’ü tutmak değil, aynı zamanda insan’a karşı insan olmayanı tutmaktır, biz senin neyine güvenelim artık?”
2) Sincar cinayetinde DEP’liler iddia ediyor, “Koruma istedik, vermediler”. Devlet yanıt veriyor: “Kendileri istemediler, belgemiz var”. Sonra da, gazeteciler belgeyi görelim deyince, fî tarihli eski bir tutanağı çıkarıyorlar. Bir bakan “Katili bulduk” diyor, diğeri yalanlıyor. Devletin bu kaçıncı “Kurt Var!” bağırışı?
3) Devlet, cenazeye giden yollara Doğu ve Güneydoğu doğumluları sokmadı. Ayrımcılık konusunda PKK’yle kafiye tutturdu. Eskiden bahçeye çıkıp hacet görüldüğü dönemlerde, yapıtın üzerine bi tüy sokarlarmış, sabaha tutup atması kolay olsun diye. Hiç bişeycikler demiyorum, bu son yasak, tüy dikmektir.
Bırakın yukarıdaki soruları falan. Bu devletin tutarlığı ve inandırıcılığı, Osmanlı dahil, “devlet adamları” tarafından hiçbir dönemde bu denli tahrip edilmedi. “Devleti kurtarmak” için alınan bu inanılmaz “önlemler” , hiçbir dönemde ülkeye ve insanlarına bu denli zarar vermedi. Yazıklar ve lânetler olsun!
Bu yazıyı, güncel olaylar içimi yaktığı için yazdım. Yarın, Amman’daki konferansta konuşulanları yazmaya başlayacağım.