Baskın Oran

Devlete inanmak

Ben çocukken,  Devlet Baba’ya sonsuz inanarak, güvenerek büyüdüm.

İzmir Alsancak’daki iki katlı Rum evimizin  kok  kömürü yakan bir şömineyle ısınan, o yüksek ve kartonpiyer tavanlı, “taraklanmış” yağlıboya duvarlı,  bastıkça inleyen “rabıta”  zemini muşamba kaplı oturma odasında soluduğumuz havada erimiş olarak bu vardı.

1950 öncesinde DP’ye kesinkes karşı  çıkmış “Müfritler” grubundan eski bir CHP “mebusu” olduğunu büyüyünce öğreneceğim  babamın, her sözü ve hareketiyle telkin ettiği hava buydu.

1964’te başladığım Mülkiye’nin devletçi geleneği bu havayı daha da güçlendirdi. Bugün, yolda kalmak pahasına bile olsa Petrol Ofisi’nden başka yerden benzin almayışım, o devletçi ve antiemperyalist ortamda başlamış bir “eylem”dir. Ablamın oturduğu Bahçelievler Sondurak’la,  Siyasal yurdunun bulunduğu Cebeci arasında işleyen dolmuşlara bindiğimde, başka istasyonlardan benzin alan olunca, paramı vermiş olduğum  halde kaç kez inip gittiğimi ben bile unuttum.

Yalnız, Mülkiye’de bişey öğrenmiştim:  Devlet soyut bir oluşum değildir. Öyle “Devlet Baba” falan da değildir. Üstelik, anamızın da kocasıdır. Hangi sınıf güçlüyse, devlet onun devletidir.

Bunu önce tam anlamadım ama, 1965’te Süleyman Demirel’in Adalet Partisi iktidara geldikten sonra anladım. Bir yandan ezanlı, Allah’lı nutuklar atılmış, diğer yandan da, Devlet’in yemin billâhlı güvencesine bağlanmış DÇM’ler (Dövize Çevrilebilir Mevduat), inanılmaz biçimde, döviz olarak geri ödenecek yerde Türk Lirası olarak ödenerek pula (veya kuşa) çevrilmişti.

Bu rezalete tanık olunca, 27 Mayıs’tan sonra çıkarılan (ve gene Devlet’in güvencesinde olan) Tasarruf Bonoları işinde de yurttaşın nasıl insafsızca kazıklandığını  anımsadım.

Her iki rezalet de, toplanan paraların, amaca aykırı biçimde, işadamlarına peşkeş çekilmesi sonucu patlak vermişti. (Onun için, bugün millet nasıl oluyor da bankalarda döviz hesabı açıyor, şaşıyorum. Ama, merak buyurmayın, bunları açanların burunları iyi koku alır, ekonomik durum nazikleşme belirtileri göstermeye başlar gibi olunca bütün bu paralar tek bir gün içinde çekilecektir.)

Özal başa geçince, bu gibi rezaletler “vak’a-i âdiye” olup da gündelik hale geldiğinden, milletçe hesabın ucunu kaçırdık ve bu rezillikleri kanıksadık.. Şimdi de, Devlet’in bir çifte rezaleti sahnede: Devlet, partizanlık sonucu  zarar etmeye  zorladığı KİT’leri, zarar ediyorlar gerekçesiyle haraç-mezat satmaya soyunuyor. Devlet bas bas, “Bana güvenmeyin!” diyor.

Bizde Devlet’in sınıf tabanı değişirken, doğal olarak Devlet kavramı da  yozlaştığından, merak etmeyin, bunu da hazmederiz.

Yalnız, çok çok özel bir alana girdiği için,  devletin inanılmazlığı ve güvenilmezliği konusunda benim bir türlü hazmedemediğim bir  rezalet var. Onu da yarına bırakalım.

Yarın: Devlet ve  Erotizm.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı